27 Ocak 2015 Salı

Aziz Yardımlı Türkçesinden Türkçeye Çeviri Denemesi

Değerli dostlar,

Benim gibi, dile ilgi duyanlardan sosyal medyayı takip edenler, Aziz Yardımlı'nın çevirilerinde kullandığı dil hakkında az çok bilgi sahibi olmuşlardır. Hocamız, Oslo Üniversitesinde Matematik, İnformatik ve Felsefe okumuş, aynı zamanda Latince, İngilizce ve Almancadan (daha varsa ben bilmiyorum) felsefe kitapları çeviriyor. Yalnız, çevirilerinde kullandığı dil Türklerin anladığı yabancı kelimeler yerine anlamadığı, Türkçe ek ve köklerden oluşmuş kelimelerin bulunduğu bir dil.

Aklıma, Yardımlı'nın çevirilerini daha anlaşılabilir hale getirmek geldi. Yardımlı'nın Copleston Felsefe Tarihi adlı eserin Hegel bölümünden bir kısım üzerinde çalıştım. Önce, Yardımlı'nın çevirisini okuyalım:

"Alman idealistlerinin en büyüğü ve batı felsefecilerinin en önde gelenlerinden biri, 27 Ağustos 1770’de Stuttgart’ta doğdu.1 Babası bir devlet memuru idi. Stuttgart’daki okul yıllarında geleceğin felsefecisi özel bir yolda kendini göstermedi, ama ilkin bu dönemdedir ki Yunan dehasının çekiciliğini duydu ve özellikle Sofokles’in oyunlarından, hepsinden önce Antigone’den etkilendi.
1778’de Hegel Tübingen Üniversitesinde Protestan tanrıbilim vakfına öğrenci olarak kabul edildi ve burada Schelling ve Hölderlin ile arkadaşlık ilişkileri geliştirdi. Birlikte Rousseau’yu incelediler ve Fransız Devriminin idelleri için ortak bir coşkuyu paylaştılar. Ama okuldaki durumuna bakıldığında Hegel hiç de olağanüstü bir yetenek izlenimini vermiyordu. Ve 1793’de üniversiteden ayrıldığı zaman bitirme belgesi iyi karakterinden, tanrıbilim ve filolojideki orta karar bilgisi ile yetersiz felsefe kavrayışından söz ediyordu. Hegel’in düşünsel gelişimi, Schelling’in tersine, erken bir parlama belirtisi göstermiyordu: Olgunlaşmak için daha uzun bir zamana gereksinimi vardı. Bununla birlikte, tablonun bir başka yanı daha vardır. Hegel daha şimdiden dikkatini felsefe ve tanrıbilim arasındaki ilişkiye yöneltmeye başlamıştı, ama notlarını herhangi bir yolda dikkate değer görünmeyen ve kendilerine hiç kuşkusuz pek güven duymadığı hocalarına göstermiyordu.
Üniversiteden ayrıldıktan sonra Hegel yaşamını bir aile öğretmeni olarak sürdürdü,—ilkin İsviçre’de Berne’de (1793-6) ve daha sonra Frankfurt’ta (1797-1800). Görünüşte olaysız geçmiş olsalar da, bu yıllar Hegel’in felsefi gelişiminde önemli bir dönem oluşturacaklardı. O sıralar yazdığı denemeler ilk kez 1907’de Herman Nohl tarafından Hegel’in Erken Tanrıbilimsel Yazıları (Hegels theologische Jugendschriften) başlığı altında yayımlandılar. Bunların içeriklerine daha sonraki bölümde değineceğiz. Aslında eğer elimizde salt bu denemeler olmuş olsaydı, daha sonra geliştirmiş olduğu felsefi dizgeye ilişkin hiç bir şey düşünmezdik, ve bir felsefe tarihinde Hegel’e yer ayırmak için ciddi bir neden bulunmazdı. Bu anlamda denemeler pek önemli değildirler. Ama Hegel’in erken yazılarına gelişmiş dizgesinin bilgisi ışığında dönüp baktığımız zaman, sorunsallarında belli bir sürekliliği bulup çıkarabilir ve dizgesini nasıl ürettiğini ve yol gösterici düşüncesinin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Gördüğümüz gibi erken yazılar ‘tanrıbilimsel’ olarak nitelendirilmişlerdir. Ve hiç kuşkusuz Hegel bir tanrıbilimci değil ama bir felsefeci olsa da, felsefesi belli bir anlamda her zaman bir tanrıbilimdi, çünkü konusu, kendisinin de açıkça direttiği gibi, tanrıbilimin konusu ile aynıydı, eş deyişle Saltık ya da, dinsel dilde, Tanrı, ve sonlunun sonsuz ile ilişkisi.
1801’de Hegel Jena Üniversitesinde bir görev elde etti ve yayımlanmış ilk çalışması olan Fichte ve Schelling’in Felsefi Dizgelerinin Ayrımı (Differnez des Fichteschen und Schellingschen Systems) aynı yıl yayımlandı. Bu çalışma her şeye karşın onun bir Schelling izleyicisi olduğu izlenimini yarattı. Ve bu izlenim Eleştirel Felsefe Dergisi’nin (1802-3) yayımlanmasında Schelling ile işbirliği yapması tarafından güçlendirildi. Ama Hegel’in içinde bulunduğumuz yüzyıldan önce yayımlanmamış olan Jena dersleri onun daha o sıralar kendine özgü bağımsız bir konumu geliştirmekte olduğunu gösterirler. Ve Schelling’den uzaklaşması ilk büyük çalışmasında, 1807’de çıkan Tinin Görüngübilimi’nde (Phänomenologie des Geistes) açıkça günışığına çıktı. Bu dikkate değer kitaba bu bölümün beşinci kesiminde ayrıntılı olarak değineceğiz.
Üniversite yaşamını sona erdiren Jena savaşından sonra Hegel kendini aşağı yukarı tam bir yoksunluk durumu içinde buldu ve 1807’den 1808’e dek Bamberg’de bir gazetenin yayımcılığını üstlendi. Daha sonra Nürnberg’de Gymnasiumun müdürlüğüne atanarak 1816’ya dek bu konumda kaldı (1811’de evlendi). Gymnasiumun müdürü olarak Hegel eski klasiklerin incelenmesine ağırlık vermiş olsa da, bunu, söylendiğine göre, öğrencilerin ana dillerine zarar verecek bir yolda yürütmedi. Ayrıca öğrencilerine felsefenin temelleri konusunda da dersler veriyor, ama görünürde bunu felsefeyi okul programı kapsamına getirme politikası için duyulan herhangi bir kişisel istekten çok üstü Niethammer’in dileğine uyarak yapıyordu. Ve pekala öğrencilerarasında pek çoğunun Hegel’in demek istediklerini anlamada büyük güçlükler yaşamış oldukları düşünülebilir. Aynı zamanda felsefeci kendi çalışmalarını sürdürerek düşüncelerini derinleştiriyordu. Ve Nürnberg’deki kalışı sırasındadır ki başlıca çalışmalarından biri olan Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik, 1812-16) üretti.
Bu
çalışmanın ikinci ve son bölümünün çıktığı yıl Hegel bir felsefe kürsüsü kabul etmesi için Erlangen, Heidelberg ve Berlin olmak üzere üç ayrı yerden çağrılar aldı ve Heidelberg’den gelen çağrıyı kabul etti. Genel öğrenci kitlesi üzerindeki etkisinin çok büyük olduğu söylenemez, ama bir felsefeci olarak ünü giderek arttı. Ve bu 1817’de Ana Çizgilerde Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin (Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayımlanması ile pekişti. Bu çalışmasında Hegel dizgesinin Mantık [Bilimi], Doğa Felsefesi ve Tin Felsefesi başlıklarını taşıyan üç ana bölümünün anahatlarda bir taslağını verdi. Yine belirtebiliriz ki Hegel estetik üzerine derslerini de ilkin Heidelberg’de verdi.
1818’de Hegel Berlin’den gelen yeni bir çağrıyı kabul etti ve 14 Kasım 1831’de koleradan ölümüne dek üniversitede felsefe kürsüsünde kaldı. Bu dönem sırasında yalnızca Berlin’in değil ama bir bütün olarak Almanya’nın felsefe dünyasında rakipsiz bir konuma erişti. Belli bir düzeye dek bir tür resmi felsefeci olarak görülüyordu. Ama bir öğretmen olarak etkisi hiç kuşkusuz hükümet ile bağlantılarından kaynaklanmıyordu. Ne de bunun nedeni dili kullanmadaki çarpıcı yeteneği idi. Bir konuşmacı olarak Schelling’den daha gerideydi. Etkisi dahaçok arı düşünceye olan açık ve ödünsüz bağlılığı ve bunun yanısıra geniş bir bilgi alanını diyalektiğinin erim ve derinliği içerisine almadaki göz alıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Ve öğrencileri hiç kuşkusuz onun eğitimi altında insanın tarihini, politik yaşamını ve tinsel başarımlarını da kapsamak üzere olgusallığın iç doğasının ve sürecinin bilinçleri önüne serilmekte olduğunu duyumsuyorlardı.
Berlin’de felsefe kürsüsündeki görevi süresince Hegel’in yayımladığı çalışmalar göreli olarak azaldı. Tüze Felsefesinin Ana çizgileri (Grundlinien der Philosophie des Rechts) 1821’de çıktı ve Ansiklopedi’nin yeni düzenlemeleri 1827 ve 1830’da yayımlandılar. Ölümüne doğru Hegel Tinin Görüngübilimi’ni yeniden gözden geçiriyordu. Ama hiç kuşkusuz bütün bu dönem boyunca dersler vermekteydi. Ve derslerinin metinleri, belli bir ölçüde öğrencilerinin karşılaştırmalı notları üzerine dayalı olarak, ölümünden sonra yayımlanacaklardı. Bunların İngilizce çevirilerinde sanat felsefesi üzerine dersler dört cilt, din felsefesi ve felsefe tarihi üzerine olanlar üçer ve tarih felsefesi üzerine olanlar bir cilt oluşturur.
Hölderlin’in görüşünde Hegel anlama yetisi dingin ve prosaik olan biriydi. En azından gündelik yaşamında hiçbir zaman taşkın bir deha izlenimini vermiyordu. Özenli, yöntemli, duyunçlu, toplumcul karakteri ile, bir bakış açısından en çok onurlu bir burjuva üniversite profesörü, iyi bir devlet memurunun değerli oğluydu. Aynı zamanda evren ve insan tarihinin devim ve imlemine yönelik derin bir sezgiden esinleniyordu ve yaşamını bu tarihin anlatımına verdi. Bu demek değildir ki Hegel’in kişiliğinde sezgici ya da hayalci olarak nitelendirilebilecek bir boyut vardı. Gizemli sezgilere ve duygulara başvurmak her ne olursa olsun felsefe söz konusu olduğunda onun için tiksinti vericiydi. Biçim ve içeriğin birliğine sarsılmaz bir inancı vardı. İçeriğin, gerçekliğin felsefe için ancak dizgesel kavramsal biçimi içinde varolduğuna inanıyordu. Olgusal olan ussaldır ve ussal olan olgusal; ve olgusallık ancak ussal yeniden-kuruluşlarında anlaşılabilir. Ama Hegel’in gizemli içgörülere başvurarak bir bakıma kestirmeden gitmiş olan felsefeler için ya da, onun görüşünde, dizgesel bir kavrayıştan çok ruhsal yüceltmeyi amaçlayan felsefeler için küçümseyici bir hoşnutsuzluk göstermiş olmasına karşın, insanlığa felsefe tarihinde karşılaşılacak en görkemli ve etkileyici Evren tablolarından birini sunmuş olduğu olgusu ortadadır. Ve bu anlamda büyük bir sezgici idi."

Şimdi benim çevirimi okuyalım (değiştirdiğim yerlerin altı çizili):
"Alman idealistlerinin en büyüğü ve batı felsefecilerinin en önde gelenlerinden biri, 27 Ağustos 1770’de Stuttgart’ta doğdu.1 Babası bir devlet memuru idi. Stuttgart’daki okul yıllarında geleceğin felsefecisi özel bir yolda kendini göstermedi, ama ilk olarak Yunan dehasının çekiciliğini duyması ve özellikle Sofokles’in oyunlarından, hepsinden önce Antigone’den etkilenmesi bu dönemde olmuştur.
1778’de Hegel Tübingen Üniversitesinde Protestan teoloji vakfına öğrenci olarak kabul edildi ve burada Schelling ve Hölderlin ile arkadaşlık kurdu. Birlikte Rousseau’yu incelediler ve Fransız Devriminin idealleri için ortak bir coşkuyu paylaştılar. Ama okuldaki durumuna bakıldığında Hegel hiç de olağanüstü bir yetenek izlenimini vermiyordu. Ve 1793’de üniversiteden ayrıldığı zaman bitirme belgesi iyi karakterinden, teoloji ve filolojideki orta karar bilgisi ile yetersiz felsefe kavrayışından söz ediyordu. Hegel’in fikri gelişimi, Schelling’in tersine, erken bir gelişme belirtisi göstermiyordu: Olgunlaşmak için daha uzun bir zamana gereksinimi vardı. Bununla birlikte, resmin bir başka tarafı daha vardır. Hegel daha şimdiden dikkatini felsefe ve teoloji arasındaki ilişkiye yöneltmeye başlamıştı, ama notlarını herhangi bir yolda dikkate değer görünmeyen ve kendilerine hiç kuşkusuz pek güven duymadığı hocalarına göstermiyordu.
Üniversiteden ayrıldıktan sonra Hegel yaşamını bir aile öğretmeni olarak sürdürdü,—ilkin İsviçre’de Berne’de (1793-6) ve daha sonra Frankfurt’ta (1797-1800). Görünüşte olaysız geçmiş olsalar da, bu yıllar Hegel’in felsefi gelişiminde önemli bir dönem oluşturacaklardı. O sıralar yazdığı denemeler ilk kez 1907’de Herman Nohl tarafından Hegel’in Erken Teolojik Yazıları (Hegels theologische Jugendschriften) başlığı altında yayımlandılar. Bunların içeriklerine daha sonraki bölümde değineceğiz. Aslında eğer elimizde sadece bu denemeler olmuş olsaydı, daha sonra geliştirmiş olduğu felsefi sisteme ilişkin hiç bir şey düşünmezdik, ve bir felsefe tarihinde Hegel’e yer ayırmak için ciddi bir neden bulunmazdı. Bu anlamda denemeler pek önemli değildirler. Ama Hegel’in erken yazılarına gelişmiş sisteminin bilgisi ışığında dönüp baktığımız zaman, problemlerinde belli bir sürekliliği bulup çıkarabilir ve sistemini nasıl ürettiğini ve yol gösterici düşüncesinin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Gördüğümüz gibi erken yazılar ‘teolojik’ olarak nitelendirilmişlerdir. Ve hiç kuşkusuz Hegel bir teolog değil felsefeci olsa da, felsefesi belli bir anlamda her zaman bir teolojiydi, çünkü konusu, kendisinin de açıkça ve ısrarla ifade ettiği gibi, teolojinin konusu ile aynıydı: Mutlak ya da, dinsel dilde Tanrı, ve sonlunun sonsuz ile ilişkisi.
1801’de Hegel Jena Üniversitesinde bir görev elde etti ve yayımlanmış ilk çalışması olan Fichte ve Schelling’in Felsefi Sistemlerinin Farkı (Differnez des Fichteschen und Schellingschen Systems) aynı yıl yayımlandı. Bu çalışma her şeye rağmen onun bir Schelling izleyicisi olduğu izlenimini yarattı. Eleştirel Felsefe Dergisi’nin (1802-3) yayımlanmasında Schelling ile işbirliği yapmasıyla da bu izlenim güçlendi. Ama Hegel’in içinde bulunduğumuz yüzyıldan önce yayımlanmamış olan Jena dersleri onun daha o sıralar kendine özgü bağımsız bir konumu geliştirmekte olduğunu gösterir. Schelling’den uzaklaşması ilk büyük çalışmasında, 1807’de çıkan Ruhun Fenomenolojisi’nde (Phänomenologie des Geistes) açıkça günışığına çıktı. Bu dikkate değer kitaba bu bölümün beşinci bölümünde ayrıntılı olarak değineceğiz.
Üniversite hayatını bitiren Jena savaşından sonra Hegel kendini aşağı yukarı tam bir mahrumiyet içinde buldu ve 1807’den 1808’e kadar Bamberg’de bir gazetenin yayımcılığını üstlendi. Daha sonra Nürnberg’de Gymnasiumun müdürlüğüne atanarak 1816’ya kadar bu kadroda kaldı (1811’de evlendi). Gymnasiumun müdürü olarak Hegel eski klasiklerin incelenmesine ağırlık vermiş olsa da, bunu, söylendiğine göre, öğrencilerin ana dillerine zarar verecek bir yolda yürütmedi. Ayrıca öğrencilerine felsefenin temelleri konusunda da dersler veriyor, ama görünürde bunu felsefeyi okul programı kapsamına getirme politikası için duyulan herhangi bir kişisel istekten çok üstü Niethammer’in talebine uyarak yapıyordu. Ve pekala öğrencilerin pek çoğunun Hegel’in demek istediklerini anlamada büyük güçlükler yaşamış oldukları düşünülebilir. Aynı zamanda felsefeci kendi çalışmalarını sürdürerek düşüncelerini derinleştiriyordu. Başlıca çalışmalarından biri olan Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik, 1812-16) üretmesi, Nürnberg’de kaldığı yıllara rastlar.
Bu
 çalışmanın ikinci ve son bölümünün çıktığı yıl Hegel; Erlangen, Heidelberg ve Berlin’deki üç ayrı felsefe kürsüsüne davet edildi ve Heidelberg’den gelen çağrıyı kabul etti. Genel öğrenci kitlesi üzerindeki etkisinin çok büyük olduğu söylenemez, ama bir felsefeci olarak ünü giderek arttı. Ve bu 1817’de Ana Çizgilerde Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin (Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayımlanması ile pekişti. Bu çalışmasında Hegel sisteminin Mantık [Bilimi], Doğa Felsefesi ve Ruh Felsefesi başlıklarını taşıyan üç ana bölümünün anahatlarda bir taslağını verdi. Yine belirtebiliriz ki Hegel estetik üzerine derslerini de ilkin Heidelberg’de verdi.
1818’de Hegel Berlin’den gelen yeni bir daveti kabul etti ve 14 Kasım 1831’de koleradan ölümüne kadar üniversitede felsefe kürsüsünde kaldı. Bu dönem sırasında yalnızca Berlin’in değil, tüm Almanya’nın felsefe dünyasında rakipsiz bir konuma erişti. Belli bir düzeye kadar bir tür resmi felsefeci olarak görülüyordu. Ama bir öğretmen olarak etkisi hiç kuşkusuz ne hükümet ile bağlantılarından ne de dili kullanmadaki çarpıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Bir hatip olarak Schelling’den daha gerideydi. Etkisi daha çok saf düşünceye olan açık ve tavizsiz bağlılığı ve bunun yanı sıra geniş bir bilgi alanını diyalektiğinin genişlik ve derinliği içerisine almadaki göz alıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Ve öğrencileri hiç kuşkusuz onun eğitimi altında insanın tarihini, politik yaşamını ve ruhi başarılarını da kapsamak üzere olgusallığın iç doğasının ve sürecinin bilinçleri önüne serilmekte olduğunu duyumsuyorlardı.
Berlin’de felsefe kürsüsündeki görevi süresince Hegel’in yayımladığı çalışmalar nispeten azaldı. Hukuk Felsefesinin Ana çizgileri (Grundlinien der Philosophie des Rechts) 1821’de çıktı ve Ansiklopedi’nin yeni düzenlemeleri 1827 ve 1830’da yayımlandı. Ölümüne doğru Hegel, Ruhun Fenomenolojisi’ni yeniden gözden geçiriyordu. Ama hiç kuşkusuz bütün bu dönem boyunca dersler vermekteydi. Ve derslerinin metinleri, belli bir ölçüde öğrencilerinin karşılaştırmalı notları üzerine dayalı olarak, ölümünden sonra yayımlanacaktı. Bunların İngilizce çevirilerinde sanat felsefesi üzerine dersler dört cilt, din felsefesi ve felsefe tarihi üzerine olanlar üçer ve tarih felsefesi üzerine olanlar bir cilt oluşturur.
Hölderlin’in görüşüne göre, Hegel anlama yetisi dingin ve prosaik olan biriydi. En azından gündelik yaşamında hiçbir zaman taşkın bir deha izlenimini vermiyordu. Özenli, yöntemli, vicdanlı, ve sosyal karakteri ile, bir açıdan en çok onurlu bir burjuva üniversite profesörü, iyi bir devlet memurunun değerli oğluydu. Aynı zamanda evren ve insan tarihinin hareket ve göze çarpıcılığına yönelik derin bir sezgiden esinleniyordu ve hayatını bu tarihin anlatımına adadı. Bu, Hegel’in kişiliğinde sezgici ya da hayalci olarak nitelendirilebilecek bir boyutun bulunduğu anlamına gelmiyor. Gizemli sezgilere ve duygulara başvurmak her ne olursa olsun felsefe söz konusu olduğunda onun için tiksinti vericiydi. Biçim ve içeriğin birliğine sarsılmaz bir inancı vardı. İçeriğin, gerçekliğin felsefe için ancak sistematik kavramsal biçimi içinde var olduğuna inanıyordu. Olgusal olan akla uygundır ve akla uyan olgusal; ve olgusallık ancak akli yeniden-kuruluşlarında anlaşılabilir. Ama Hegel’in gizemli içgörülere başvurarak bir bakıma kestirmeden gitmiş olan felsefeler için ya da, onun görüşünde, sistematik bir kavrayıştan çok ruhsal yüceltmeyi amaçlayan felsefeler için küçümseyici bir hoşnutsuzluk göstermiş olmasına karşın, insanlığa felsefe tarihinde karşılaşılacak en görkemli ve etkileyici Evren tablolarından birini sunmuş olduğu olgusu ortadadır. Ve bu anlamda büyük bir sezgici idi."

Daha anlaşılır di mi?
Öz Türkçecilik adına zaten anlaşılması zor metinleri iyice anlaşılmaz hale getirmenin ne anlamı var?

19 Ocak 2015 Pazartesi

Facebook Sayfası

Değerli dostlar,

Burada yaptığımız paylaşımlar için bir Facebook sayfası oluşturmak gerektiğini düşündüm. Buyrun:

https://www.facebook.com/pages/Dil-Merakl%C4%B1lar%C4%B1n%C4%B1n-Mekan%C4%B1/434438310046214

Ayet Ayet (Kur'an Metni ve Meal) Karşılaştırmalı Metin Hazırlama

Değerli dostlar,

Cumhuriyet'ten sonra, daha önceki 600 yıl boyunca yazılan mealleri belki de 10'a katlayacak kadar Türkçe meal yazıldı. Bu meallerin birçoğuna internet üzerinden ulaşılabiliyor. Hatta http://www.kuranmeali.org/ gibi sitelerde, üstte Kur'an ayeti, altta o ayetin 34 ayrı mealden Türkçe karşılığı olacak şekilde tüm Kur'an-ı Kerim ayetleri yer alıyor (Bu arada, Kur'an'daki ayet sayısı 6666 değil 6236). Yine benzer sitelerde (Tanzil.net, al-quran.info gibi), Kur'an ayetleri ile mealleri ayet ayet karşılaştırmalı olarak okuyabiliyoruz.

Bununla beraber, internetsiz ortamlarda bunu yapabilmenin yolu şu: Kur'an ayetleri ve meallerini karşılaştırmalı tablo haline getirip, PDF ya da Word gibi sayfa düzeninin bozulmayacağı bir dosyaya yapıştırmak (E-Kitap formatında olmuyor, Arapça metinler bozuk çıkıyor). Şunun gibi mesela (En soldaki sütun surenin adını ve Kur'an'daki sırasını, en sağdaki sütun ise sözkonusu ayetin Kur'an'ın kaçıncı sayfasında yer aldığını gösteriyor):

Bu metin, Ali Bulaç'ın mealinden yararlanılarak hazırlandı, tüm metni pdf olarak indirmek için: https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-dFpMYnFCaTVadlU/view?usp=sharing

Bu sayfada, böyle metinleri nasıl yapacağımızı anlatacağım.

https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-Rk13QWFRNWV0WkE/view?usp=sharing adresinden veritabanımızı indiriyoruz.
http://tanzil.net/trans/ adresinde biri transkripsiyon olmak üzere 10 tane Türkçe meal var. Bunlardan istediğimiz bir tanesinin yanındaki  işaretine tıklıyoruz. CTRL ve ALT tuşuna aynı anda basarak tüm metni seçiyoruz.
- İndirdiğimiz dosyayı Excel'de açıyoruz. B1 hücresine sağ tıklayıp "Hedef Biçimlendirmesiyle Eşleştir" komutuyla yapıştırıyoruz (Metnimiz biçimlendirme olmadan yapıştırılmalı).
- A1 hücresine tıklıyoruz, sonra D6236 hücresine gelip Shift ile beraber tıklayarakk tüm metnimizi seçiyor ve kopyalıyoruz.
- Eğer Word'ümüzde pdf olarak kaydetme özelliği varsa sorun yok,  ama yoksa http://www.microsoft.com/tr-TR/download/details.aspx?id=9943 adresine tıklayarak indirip kuruyoruz.
- Excel'den kopyaladığımız metni Word'e yapıştırıyoruz. Dosya>Farklı Kaydet>PDF seçip kaydediyoruz.


Keyifli okumalar.

16 Ocak 2015 Cuma

Osmanlı Devleti'nde Okuma Yazma Oranı Üzerine

Değerli dostlar,

Tarihle ilgili yorum yapmayı seven bir millet olduğumuz aşikar. Üzerinde en çok geyik yapılan tarihi konulardan biri de Osmanlı Devleti'nde okuma yazma oranıdır. Bu oranın az olduğunu iddia edenlerin bile üzerinde anlaştığı bir oran yoktur (Yüzde 1'den 10'a kadar farklı rakamlar geliyor).

Tarihle ilgili düşülen belki de en önemli hata anakronizmdir, yani bir zamandaki olay ya da durumu yorumlarken, o zamanın şartlarını dikkate almamaktır. Osmanlı Devleti ile ilgili tartışmalarda da, her iki tarafın da düştüğü hataların başında geliyor bu. Osmanlı'da okuma yazma oranları hakkında konuşurken de aynı hataya maalesef düşülüyor.

Osmanlı'nın genel ilim ve din ve medeniyet hayatına baktığımız zaman gördüğümüz şey, herkesin okuma yazma bilmek zorunda olmadığı bir toplumdur. Okuma yazmayı din ve ilim çalışmaları yapan hocaların bilmesi yeterliydi. Halktan birisi bir konuda bir şey merak ettiği zaman onu bilen bir hocaya sorar, öğrenirdi. Zaten çoğu köylü olan bir toplumda herkesin okuyup yazmasına gerek de yoktu. Ayrıca isteyen herkes medreseye gidip okuma yazma öğrenebilirdi, buna bir engel yoktu. Ama Avrupa'da durum farklıydı. Orada bulunan din adamları sınıfı, dini kitapları tekeline almış, kendi yorumlarına göre halka anlatıyordu, hatta İncil'in yerel dillere çevirisi bile yasaktı. Bu durumda din adamlarının halkı hem madden hem manen sömürmesini engellemek için herkes mecburen okuma yazma bilmeli, İncil'de ve diğer din kitaplarında ne denildiğini anlamalıydı. Okuma yazma bilmenin gerekliliği ilk olarak buradan çıktı. Daha sonra bilim ve kültürün, ayrıca bilimlerin sonuçları olan teknolojinin tüm topluma yayılmasını öngören bir medeniyet tasavvuru kuran Avrupa, tüm ülkeleriyle beraber okuma yazma seferberliğine gitti (okuma yazmayı bilmeyen biri, üretilen teknoloji hitap etmiyordu). Görüldüğü gibi farklı medeniyet tasavvurları, farklı sonuçlara sebep oluyor. Bunların biri iyi biri kötü değil. Okuma yazmanın herkes tarafından bilinmesinin gerekli olmadığı (ama hem ilmi, hem askeri gücü gayet büyük) bir medeniyetten gelen Osmanlı'dan Avrupa'daki gelişmenin aynısını beklemek onlara haksızlık olur. Ayrıca Avrupa'nın ekonomik ve askeri gücü kendini iyice hissettirdiği yıllar olan 19. yy'da bizzat padişahlar tarafından, Batı medeniyetine geçiş konusunda önemli adımlar atıldığı da bilinmektedir (Bu yüzyılın ortalarına doğu ilkokula gitmenin mecburi hale getirilmesi, II. Abdulhamit döneminde eğitim alanında yapılan atılım gibi).

Tüm bunlara baktığımız zaman ortaya şu tablo çıkıyor: Osmanlı'da,  okuma yazmanın sadece ilimle uğraşanların bilmesinin yeterli olduğu medeniyetten herkesin bilmek zorunda olduğu medeniyete bir geçiş süreci olmuştur. Hatta bu süreçte, 1897 yılına ait Osmanlı istatisiğine göre %57'sinin ilkokul öğrencisi olduğu görülür. Demek ki bir süreç başlamış, ama savaşlar yüzünden sonuçlandırılamamış.
Yazımı, Sevan Nişanyan'ın bu konudaki makalesiyle sonlandırıyorum:


YANLIŞ CUMHURİYET 21

Harf devrimi, Türkiye'de okuryazarlığın yaygınlaşmasını sağlamış mıdır?

Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine onun bütün emeklerini kısır bırakan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak latin esasından alınan Türk alfabesidir. (Kemal Atatürk, Söylev ve Demeçler I, s. 359)

Harf devrimi Mustafa Kemal'in en büyük zaferidir. Çünkü, dediğim gibi, harf devrimi yapılmadıkça okuma yazma oranını artırmak, düşünme alışkanlığını yaygınlaştırmak, kısacası aydınlanmayı başlatmak olanaksızdı. (Prof. Dr. Cem Eroğul, İkinci Cumhuriyet Tartışmaları, s. 202)
1920'lerden bu yana Türkiye'de okuryazarlık oranının artmış olduğu doğrudur. Ancak artışı etkileyen faktörler o kadar çok ve çeşitlidir ki, Latin alfabesinin kabulünün bu sonuçta oynadığı rolü kestiremeyiz. Çeşitli dönemlerde uygulanan okuma-yazma kampanyalarının yanısıra, örneğin mecburi ilköğretim, mecburi askerlik, köylere yol ve okul yapılması, gelişen para ekonomisi, artan sosyal hareketlilik gibi faktörler bu çerçevede sayılabilir.
Milli bir seferberlik olarak benimsenen ve olağanüstü bir ısrarla sürdürülen okuryazarlık kampanyasına rağmen, 1927-35 arasında yeni okuma-yazma öğrenenler resmi rakamlara göre Türkiye nüfusunun sadece % 10.3'ünü (1927'de okuryazar olmayan nüfusun % 11.2'sini) bulmuştur. 1 Oysa, örneğin 1960-70 yılları arasında okuryazar sayısındaki artış, toplam nüfusun %27.2'si ve 1960'ta okuryazar olmayan nüfusun %40.1'idir. Bu rakamlar, okuryazarlık artışında belirleyici olan faktörün harf devrimi olmadığını düşündürmektedir. 2
Harf devrimini izleyen yıllarda gazete satışlarında görülen ve yaklaşık yirmi yıl boyunca telafi edilemeyen düşüş ise, harf devriminin, okuryazarlık oranını artırmak şöyle dursun, azaltmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.3
Devrimin gerekçeleri
Arap alfabesinin Türkçe'nin yapısına uymadığı, dolayısıyla sistematik bir imlanın oluşmasına imkân vermediği ve okuma-yazmayı zorlaştırdığı görüşüne 1860'lardan itibaren rastlanır. 1863'te ünlü Azerbaycanlı yenilenmeci Feth Ali Ahundzade Osmanlı yazısında köklü bir reform projesini sadrazam Fuad Paşa'ya sunmuş, birkaç yıl sonra yine Ahundzade, bu kez Latin alfabesinin kabulü yönünde daha radikal bir öneriyi ortaya atmıştır. Aynı yıllarda, modern Türk eğitim sisteminin kurucularından Münif Paşa Arap alfabesine dayalı bir ayrık yazı (huruf-u munfasıla) sisteminin benimsenmesini savunmuştur. 4
1879'de Latin ve Yunan bazlı Arnavut alfabesini geliştiren Şemseddin Sami Bey, benzeri bir reformun Türkçe'ye de uygulanmasını önermiş; Arnavutların 1908'de tamamen Latin yazısına dayalı bir alfabeyi kabul etmeleri de, Meşrutiyet döneminin Türk reformcu çevrelerinde büyük yankı uyandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında orduda Enver Paşanın önayak olduğu bir ayrık yazı sistemi benimsenirken, yine aynı yıllarda Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanması yönünde çeşitli önerilere tanık olunmuştur.
Rum veya Ermeni yazısıyla basılı Türkçe kitapların, 19.cu yüzyıl sonlarında gayrımüslim Anadolu halkı arasında kazandığı yaygın okuyucu kitlesi de yazı reformu tartışmalarına hız veren bir unsur olmuştur.
Gerek ayrık yazı gerek Latin alfabesi savunucularının ısrarla üzerinde durdukları nokta, "harflerimizin ve imlamızın bitmez tükenmez zorlukları" ile, harf ıslahatının "medenileşmeyi" mucizevi bir şekilde hızlandıracağı inancıdır.
Gerekçenin geçerliği
Eski yazının zorluklarına dair objektif ve kıyaslamalı bir değerlendirme, yazı reformcularının bu konudaki engin heyecanını paylaşmayı güçleştirmektedir.
Eski yazı: Arap yazısı alfabesel bir sistemdir. Yani her harf - tıpkı Latin ve Yunan alfabelerindeki gibi - prensip olarak bir tek sesi ifade eder. Türkçe'de kullanılan biçimiyle alfabenin 31 harfi ve bellibaşlı 7-8 düzeltme işareti vardır. Bunları ezberlemenin, 29 harf ve bir düzeltme işareti içeren yeni Türk alfabesini ezberlemekten çok daha zor olacağını düşünmek için bir neden yoktur. Arap yazısındaki bazı harflerin sözcük başında, ortasında ve sonunda farklı biçimler almalarına karşılık, yeni yazıda da - Arap yazısında olmayan - küçük ve büyük harf ayrımı vardır.
Asıl zorluk üç noktadan kaynaklanır. İlk önce, Arap dilinin özelliklerine göre oluşmuş olan alfabenin, Türkçenin bazı ses ve nüanslarını ifade etmekte zorlandığı bir gerçektir. Bellibaşlı zorluklar, dört ayrı değeri olan vav (v, u, ü, o), dört ayrı değeri olan kef (k, g, ğ, -in) ve iki ayrı değeri olan ye (i, y) harflerinden doğar. Türkçe'ye özgü 'ı' sesine tatmin edici bir çözüm bulunamamıştır. Arapça'da farklı sesleri ifade eden bazı harfler ise, Türkçe'de tek sese (ze, zal, za, zad, 'z'ye; se, sin, sad, 's'ye; ha, hı, he - İstanbul lehçesinde - bir tek 'h'ye) indirgenmiştir. Arapça kökenli kelimelerde rastlanan 'ayn harfi, Türkçe'de karşılığı olmadığı için, imlada belirsizlik yaratabilmektedir. Öbür harflerin telaffuzunda önemli bir sorun yoktur.
İkinci zorluk, Arap yazısında bazı sesli harfleri yazmama veya düzeltme işaretleriyle (hereke) belirtme usulüdür. Arap diline mükemmelen uyan bu özellik, Türkçe'de okumayı zorlaştırmakta, buna karşılık yazı yazmayı, Latin alfabesiyle karşılaştırılmayacak ölçüde kolaylaştırmaktadır.
Nihayet, Arap yazısında çoğu harfin birbirine bağlı olarak yazılması usulü de, yazmayı kolaylaştırıp okumayı zorlaştıran başka bir unsurdur.
İngilizce: Arap alfabesinin Türkçe'nin bazı özelliklerine uymadığına dikkat çekilirken, aynı durumun çok daha şiddetli boyutlarda, Latin alfabesi ile örneğin Fransız ve İngiliz dilleri arasındaki ilişki için de geçerli olduğuna değinilmesi gerekir.
Örnek olarak İngilizce'yi alalım. Bu dile özgü 22 veya 24 farklı sesli ve çift-sesliyi (vowels and diphthongs), Latin yazısındaki beş-altı harfle ifade etme çabasının nasıl içinden çıkılmaz bir imla kargaşası yarattığını, İngilizce öğrenmeye çalışanlar pek iyi bilirler. Klasik örnek, I, eye, aye, by, buy, bye, lie, right, write, rite, rhyme, Rhine, Thai, rind, isle örneklerindeki gibi, bir düzineden fazla farklı yazılışa sahip olan 'ay' sesidir. Benzer listeler, 'ey', 'ou', 'au' vb. sesleri için de verilebilir. Her, war, law, well sözcüklerinde rastlanan İngilizce seslilere ise, Latin alfabesinin geleneksel fonetik değerleriyle yaklaşmak bile mümkün değildir.
Sessiz harflerde de durum farklı değildir. Örneğin 'k' sesi, yerine göre k, c, ck, ch, cq, cc, q veya kh şeklinde yazılabilir. C harfi, e veya i'den önce gelirse genellikle 's' okunursa da istisnaen 'k' (Celt) veya 'ş' (racial) okunabilir. Ch bileşiği çoğu zaman 'ç' okunmakla beraber, bazen 'k' (character), 'ş' (charade), hatta 'kh' (loch) değerlerini alabilir. Çift c, yerine göre 'k' (occur) veya 'ks' (access) sesini verir. Q harfini muhakkak u izlediği söylenirse de, yabancı kökenli sözcüklerde bu kural uygulanmayabilir (Qatar); ayrıca qu bileşiği, duruma göre 'kyu' (queue), 'ku' (queer) veya sadece 'k' (conquer) sesini belirtebilir.
İngilizce yazımı sistemleştirme, hatta yeni bir fonetik alfabe oluşturma yönünde fikirler, özellikle Amerika'da, 19. yüzyıl sonlarında ortaya atılmışsa da, bu tür çabalar genellikle "kaçıklık" olarak değerlendirilmiş ve rağbet görmemiştir.
Buna rağmen, İngilizce konuşulan ülkelerin birçoğunda yüzde yüze yaklaşan okuryazarlık oranlarına ulaşıldığı bilinmektedir.
Japonca: Japon dili, 10.cu yüzyıldan bu yana, birbirinden farklı üç yazı sistemini bir arada kullanagelmiştir. Bunların en eskisi olan Çin resim-yazısı, bildiğimiz anlamda bir alfabe değildir. Her biri en az bir ve en çok yirmiüç fırça darbesinden oluşan karakterler (kanji), yerine göre Çince'den alınmış bir sözcüğü (Türkçe'deki Arapça ve Farsça deyimler gibi) veya anlamca buna yakın Japonca bir deyimi veya telaffuzu Çince sözcüğe benzeyen fakat anlamca ilgisiz bir Japonca heceyi ifade ederler. Üç yorumdan hangisinin geçerli olduğu, metinden anlaşılır. Japonca takı ve ekler ayrıca yazılır. Yakın dönemde yürürlüğe konan eğitim reformuyla, her Japon'un öğrenmesi gereken kanji adedi 1950 ile sınırlandırılmıştır. Yüksek öğrenim görmüş bir Japon'un kullandığı kanji sayısı 3-4,000 civarındadır; Japon dilinde teorik olarak mevcut kanji sayısının ise 40,000 kadar olduğu söylenmektedir.
Ortaçağdan bu yana kullanımda olan hiragama yazısı, Japon dilinin hecelerini fonetik olarak ifade eden 48 harften oluşur ve kanji ile birlikte kullanılır. Japonca'yı sadece hiragama kullanarak yazmak mümkünse de, uygulamada cahillik sayılır. (Eski devirde kanji erkeklerin, hiragama ise sadece kadınların kullandığı bir yazı sistemi idi.) Yine 50 civarında işaretten oluşan katakama yazısı teknik terimleri, yabancı deyimleri ve anlamsız sesleri fonetik olarak ifade etmeye yarar.
Yazıyı sadeleştirmeye yönelik bazı reformlar, eğitim bakanlığı tarafından 1950'lerde yürürlüğe konmuş; bu arada, eskiye oranla biraz daha çok hiragama kullanımı teşvik edilmiştir.
Japonya'da okuryazarlık oranı halen yüzde yüz düzeyindedir. Ayrıca Japon dilinin Latin alfabesiyle yazılı şekli ilkokullarda zorunlu ders olarak okutulduğundan, Latin alfabesi bilgisi de genç kuşaklarda yüzde yüz dolayında bulunmaktadır.
Başka gerekçeler
Meşrutiyet aydınlarını yazı reformu düşüncesine sevkeden unsurları şöyle özetleyebiliriz:
1. Alfabeyi kolaylaştırmakla cehaletin ortadan kalkacağı inancı. 5
2. Şarklılık kompleksi, ve şarklılığın görünür bazı belirtilerini ("eciş bücüş yazı", fes, sultan vb.) terketmekle kültürel değişimin sağlanabileceği hayali.
3. 1910'lardan sonra, müfrit Türk milliyetçiliğiyle birlikte ortaya çıkan Arap düşmanlığı.
Ancak asıl hareket noktaları bunlar olsa da, 1928 devrimini oluşturan tedbirler bütününü bu kadar masum gerekçelerle açıklamak zordur. Yazı reformunun okuryazarlığa etkisini, sembolik-ulusal değerini vb. bir an için kabul etsek bile, bu amaçları elde etmek için a) ilköğretimde yeni yazıyı esas almak, b) resmi yazışmalarda yeni yazı kullanımını zorunlu kılmak, ve c) yayıncılıkta yeni yazı kullanımını devlet eliyle teşvik etmek hiç şüphesiz yeterli olurdu.
Oysa 1928 Harf Kanunu, bunlarla yetinmemiştir. Kanunun 4.cü maddesi, kanunun yayın tarihinden iki hafta sonra başlamak üzere eski yazıyla her türlü gazete ve mecmua yayınını yasaklamakta; 5.ci madde ise, ertesi yıl itibariyle, eski yazıyla kitap basılmasını suç haline getirmektedir. Daha radikali, 9.cu maddedir:
"Bütün mekteplerin Türkçe tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur."
Bunun anlamı, eski yazı bilgisinin toplumdan silinmesidir. Devrim projesinin başarıya ulaşması halinde, ülkenin 900 yıllık kültür birikimini okumak ve yorumlamak imkânının yokedilmesi öngörülmüştür. 1929'da ilk ve orta dereceli okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır. 1930'da imam-hatip okullarının ve 1933'te İstanbul Darülfünununa bağlı İlahiyat Fakültesinin kapatılmasından sonra, Türkiye'de yaklaşık yirmi yıl boyunca hiçbir resmi ve özel yasal çerçevede eski yazıyla Türkçe eğitimi verilmediği anlaşılmaktadır. Sadece İstanbul Edebiyat Fakültesi ve Ankara DTC okulunda Arapça ve Farsça kürsüleri bulunmaya devam etmişse de, bu kürsülerde ders alan öğrenci sayısı hiçbir zaman üç-beşi aşmamıştır.
İlk Çin imparatorluk hanedanının kurucusu Shih Huang Ti'nin (MÖ 221-210), kurduğu devlet düzeninin sorgulanacağı korkusuyla, ülkesinde geçmişte yazılmış tüm kitapların yakılmasını emredişinden bu yana geçen ikibinikiyüz yılda, devlet eliyle girişilmiş bu boyutta bir kültür katliamına yeryüzünün herhangi bir yerinde rastlamak mümkün değildir.
Notlar
1. 1927'de Türkiye'de okuryazarlık oranını %8.1 olarak veren sayım rakamları doğrulanmaya muhtaçtır. 1895 yılına ait Osmanlı istatistiklerinde Anadolu ve Rumeli'nde 5-10 yaş kız ve erkek İslam çocuk nüfusunun %57'si ilkokul öğrencisi gözükür (Devlet-i Aliye-i Osmaniyenin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi; ayrıca bak. Soru 26). Aynı düzey eğer 1914'e kadar korunmuşsa, 1927'de 20-42 yaş kuşağı Türk nüfusunun aşağı yukarı yarısının az çok ilkokul eğitimi görmüş, dolayısıyla eski yazıyla okuryazar olması gerekir. Bu da, 1914'ten sonra eğitim sisteminin iflas etmesi ve savaş telefatı gibi etkenler hesaba katılsa bile, toplam nüfusta en az %30 civarında okuryazarlık demektir. Dolayısıyla ya Osmanlı istatistiklerinin, ya 1927 sayımının gerçekleri tahrif ettiğini kabul etmek zorundayız.
2. Resmi sayımlara göre nüfus ve okuryazar sayıları şöyledir:
            Nüfus (bin)       Okuryazar (bin)
1927     13,650               1,106
1935     16,157               2,453
1960     27,755               8,901
1970     35,605               16,455
İki zaman noktası arasında okuryazar oranının "kaç kat arttığı", anlamlı bir istatistik olmaktan uzaktır. Önemli olan, toplumda okuma-yazma bilmeyen insanların ne kadarının, belirli bir dönemde, okuma-yazma öğrenme ihtiyacını duymuş veya imkânını bulmuş olduklarıdır. Yukarıdaki sayılara göre (ölüm ve muhaceret faktörlerini hesaba katmazsak) 1927'de okuma-yazma bilmeyen 11,544,000 kişiden 1,347,000'i, bunu izleyen sekiz yılda okuma-yazma öğrenmişlerdir.
Normal zekâya sahip insanlar azami üç ayda okuma-yazma öğrendiklerine ve aşağı yukarı her köyde okuryazar birkaç kişi 1920'lerde bile bulunacağına göre, okuryazarlık artışı bir imkân ve organizasyon (arz) sorunundan çok bir istek ve ihtiyaç (talep) sorunu olarak görünmektedir. Dolayısıyla, 1928'i izleyen alfabe seferberliğinin uğradığı başarısızlık, "kadro yetersizliği, olanak yokluğu" vb. gerekçelerle açıklanamaz. Anlaşılan memlekette 1928 itibariyle okuryazarlık isteği ve ihtiyacı yaygın değildir.
3. 1908-1914 döneminde Türkçe İstanbul basınının günlük tirajının - kesin rakamlar bilinmemekle beraber - 100,000'in epeyce üzerinde olduğu anlaşılıyor; ayrıca dönemin taşra basını da son derece canlıdır. İstanbul ve Ankara'da yayınlanan Türkçe gazetelerin toplam tirajı 1925'te 40,000'e (bin kişide 3.2), 1928 sonunda 19,700'e (bin kişide 1.4) düşecek ve 1940'ların sonuna kadar, mutlak sayıdaki tedrici artışa rağmen, binde 4-5 düzeyini aşamayacaktır.
4. Ayrıntılı bilgi için bak. Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi.
5. 1928'de başlatılan alfabe seferberliğinde halkın tamamını bir-iki yılda okuryazar hale getirmenin hedeflendiği anlaşılıyor. Reisicumhurun 1929 sonbaharından itibaren 8-9 ay süreyle kamu işlerinden uzaklaşıp adeta inzivaya çekilmesinde, olağanüstü bir enerjiyle benimsemiş olduğu bu projenin uğradığı başarısızlığın da bir rolü olabilir.

15 Ocak 2015 Perşembe

Hathitrust'tan Kitap İndirme Kılavuzu

Değerli dostlar,

http://ahmet-baltaci.blogspot.com.tr/2015/01/online-osmanlca-kitap-kaynaklar.html sayfamızda bahsettiğimiz online Osmanlıca kitap kaynaklarının en geniş olanı Hathitrust adlı, birçok üniversitenin kitaplarını indeksleyen bir oluşum. Bir tek kötü tarafı var, sitede bulunan hiçbir kitabı indiremiyorsunuz, sadece tam metne online olarak ulaşıyorsunuz, ama internet üzerinde hiçbir konuda imkansız diye bir şey olmadığı gibi, bu konuda da imkansız diye bir şey yok.

Bu siteden kitap indirmek için yapılmış Hathi Download Helper adlı mükemmel program var. Şu linkten indirebilirsiniz:

http://qt-apps.org/content/show.php/Hathi+Download+Helper?content=158702

Şimdi bu programın nasıl çalıştığına beraber bakalım:

- Öncelikle programı kurup, açıyoruz.
- Kitabımızı Hathitrust.org üzerinde buluyoruz.
- O kitabın bulunduğu sayfanın adresininin hepsini seçip kopyalıyoruz (sayfanın üzerinde, http ile başlayan metin)
- Programda, üstte Book Url yazan yere yapıştırıyoruz.
- Sağ taraftaki "get book info"ya tıklıyoruz.
- "Download settings" başlığı altındaki "Download pages as" seçeneğini "images" yapıp, "Start Download"a tıklıyoruz.
- Bu işlem bittiğinde, sağ alttaki "create pdf"e tıklıyoruz.


Kolay gelsin.

Fransızca Öğrenmeye Yeni Başlayanlar İçin Okuma Parçaları

Değerli dostlar,

Benim gibi Fransızca öğrenmeye yeni başlamış olanlar için basit metinler gayet elzem. Ben de elime geçtikçe burada ya dosya olarak ya da link olarak paylaşıyorum

Dosyalar:
https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-c2lnYi1MMm5FV1E/view?usp=sharing

Linkler:
http://www.childrenslibrary.org/icdl/SimpleSearchCategory?ids=&pnum=1&cnum=1&text=&lang=English&ilangcode=en&ilang=English&langid=12

Online Osmanlıca Kitap Kaynakları

Değerli dostlar,

Eski yazılı metinler bizim tarihimizin bir parçası olmasına rağmen, Batı dünyasındaki büyük üniversiteler eski yazılı kitaplarımızın sınıflandırılması, kategorilere göre ayrılması, taranması (scan)، ve internet üzerinde ücretsiz kullanıma sunulması işlemlerinde bizden fersah fersah ilerdeler.

Ben burada, on binlerce ücretsiz Osmanlıca kitabın bulunduğu internet kaynaklarını (hem Batı dünyasındakiler, hem Türkiye'de oluşturulanlar), rast geldikçe buraya eklemeyi düşünüyorum:

- Toronto Üniversitesi: http://search.library.utoronto.ca/advanced
- Hathitrust (Birçok üniversitenin dahil olduğu bir oluşum): http://www.hathitrust.org/ (Kitap indirmeye izin vermiyor ama burada kolay bir yolunu anlattım http://ahmet-baltaci.blogspot.com.tr/2015/01/hathitrusttan-kitap-indirme-klavuzu.html)
- TDV İsam Eski Yazılı Eserler Arşivihttp://ktp.isam.org.tr/
- Archive.org (Site içinden arama yapmak pek sağlıklı değil, ama Google'da yaptığımız taramalar bu siteyi indeksliyor): https://archive.org/

14 Ocak 2015 Çarşamba

Osmanlıca Altyazılı Regular Show (Sürekli Dizi)

Sevgili dostlar,

Bendeniz Osmanlı dilini ve Regular Show'u seven biri olarak, bu iki sevgimi birleştirmiştim bundan önce.

Buyrun:

http://www.youtube.com/watch?v=DaG1mjOFaQ4

Elektronik Sözlük Oluşturma ve Düzenleme (Babylon, Stardict, Kindle ve diğer formatlar)

Değerli dostlar,

Bilgisayar ve teknoloji, hayatımıza her gün biraz daha giriyor. Bunun yararları, zararları bir tarafa; dil öğrenme konusunda belli oranda kolaylık getirdiği bir gerçek. Bu kolaylık ise, belli bir ölçüde elektronik ve dijital sözlüklerin hayatımıza girmesi sayesinde gerçekleşiyor. Tamam; kitaba dokunmak, sayfalarını karıştırmak, aradığın kelimeyi maddeler arasında aramak bulmak belki güzel bir duygu ama çağımız hız ve kolaylık çağı. Bundan dolayı sözlük kullanımı da artık dijital ortama taşınıyor.

Dijital sözlük uygulamalarının en gelişmiş olanı, bir pc programı olan Babylon Sözlük. Sözlükten ziyade ev gibi düşünülmüş olan bu uygulamanın hem kendi gelişmiş büyük sözlükleri var, hem de insanların kendi ürettiği sözlükleri kendi sistemine dahil ederek, (bildiğim kadarıyla) dünyanın en büyük sözlük veritabanı oluşturulmuş. Bu uygulamayı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği ise, bir kelimeye tıklandığında, eğer o kelime bir kelime grubunda yer alıyorsa, o kelime grubunu tespit edip anlamlarını vermesi.

Bir diğer pratik sözlük uygulaması da Goldendict adlı uygulamadır. Babylon'un sözlüklerini de çalıştırabilen bu uygulama, diğer birçok sözlük sistemlerinin (Stardict vs) sözlüklerini de çalıştırmakta, fare ile üzerine gelinen kelimenin anlamını vermektedir.

Bir diğer elektronik sözlük türü de, e-kitap okuyucular (Kindle vb) için hazırlanmış olan sözlükler. Bunlar ise sadece o kitap okuyucularda çalışan sözlükler.

Bunların dışında, mesela İngilizce-Türkçe olarak hazırlanmış, bir kelimenin anlamına bakmak için o programı açıp, kelimeyi elle yazıp taratılan sözlükler var ki, bunlar pek de pratik değiller.

Babylon ve Kindle için ayrı ayrı (Dijital ortamdaki 3 sözlüğü birleştirerek) hazırladığım elektronik sözlük, dijital sözlüklere bir örnek: http://ahmet-baltaci.blogspot.com.tr/2015/01/en-buyuk-ucretsiz-franszca-turkce.html



Biz bu yazıda, var olan elektronik sözlükleri düzenlemeyi ve oluşturmayı (programlama bilgisine gerek olmadan, kolayca) öğreneceğiz. İlk olarak bize gerekli olan programları indirelim:

Python: https://www.python.org/download/releases/2.7/ (Buradan bilgisayarımıza göre olan formatı indirip kuruyoruz)
Pyglossary: https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-RDF0bFRFTk9KS3c/view?usp=sharing (Pyglossary, bu dosyanın içindeki klasörü C'ye sürüklüyoruz)
Babylon Glossary Builder: http://www.babylon.com/products/glossary-builder.html (Babylon sözlüğü hazırlayacaksak)
Notepad++: http://notepad-plus-plus.org/ (Bildiğimiz microsoft notepad uygulaması değil)

Peşinen not: Düzenlemek istediğiniz sözlüklerin telif hakkı olabilir. Aman diyim.

Öncelikle yapacağımız şey, sözlüğümüzü iki sütunlu metin dosyası (Babylon için Excel dosyası, Stardict için txt) haline getirmektir (Zaten elimizde varsa bunu kullanabiliriz). (Eğer sözlüğümüzün bir kelimenin farklı yazılışları ve türevlerini de içermesini istiyorsak, kelimenin türevlerini içeren üçüncü sütunu da ekleyebiliriz. Şu kadarı var ki bu [bildiğim kadarıyla] sadece Babylon için geçerli ve benim pek de önermediğim bir yol. Onun yerine, farklı türevleri de madde başı haline getirip, maddelerin içine hangi kelimenin türevi olduğunu yazmak daha kullanışlı bir metod. Bundan dolayı biz yöntemimizi anlatırken iki sütunlu metinler üzerinden gideceğiz):

Python'u kurduktan ve Pyglossary klasörünü C'ye kopyaladıktan sonra, düzenlemek istediğimiz sözlük dosyasını (formatı farketmiyor) Pyglossary klasörünün içine (dosya adını türkçe karakterlerden arındırarak) kopyalıyoruz. Sonra pyglossary.bat dosyasını açıyoruz. Üstte "Read from format" yazan yerin sağındaki "Browse"a tıklıyoruz. Program klasörünün içine kopyaladığımız dosyayı ve "Read from format"tan, düzenlemek istediğimiz sözlük formatını seçiyoruz (genelde otomatik seçiyor ama siz yine de kontrol edin). Ardından Load'a tıklıyoruz. Sonra, "Write to Format"tan, çıktı formatını (eğer düzenlemeden çevireceksek direkt almak istediğimiz sözlük formatını, yoksa) "Tabfile (txt, dic)" seçip "Convert"e tıklıyoruz. Çıktı dosyası yine Pyglossary klasörünün içinde olacaktır.

Bu işlem, bize sözlük dosyasını, düzenlenebilir iki sütunlu metin halinde verecektir. Biz sonra bu metni Excel'e yapıştırıp istediğimiz gibi düzenleyip geri tekrar bir txt dosyasına yapıştırabiliriz.

Eğer düzenlemek istediğimiz sözlüğün içinde html kodları varsa ve çıktı formatımız (Kindle mobi gibi) html kodlarını kabul etmiyorsa, dosyamızı bu kodlardan kurtarmamız gerekir (yoksa sözlüğümüzde <font color="#007000"> gibi ifadeler çıkar). Bu da şu yöntemle yapılır:

Dosyamızı Notepad++ ile açıyoruz. Ara>Değiştir'i açıyoruz, Düzenli İfade'yi seçiyoruz:
"Aranan" kısmına:  [<].*?> yazıp, "Değiştir" kutusunu boş bırakıp "Tümünü değiştir" diyip kaydediyoruz.

Dosyamızda gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra;

Kindle http://ahmet-baltaci.blogspot.com/2015/01/kindle-icin-sozluk-yapmak.html


Stardict (ifo) ve Babylon (bgl) formatları html kodlarını tanıdığı için, kod temizleme işini yapmamıza gerek yok. (Babylon'un sözlük dosyaları http://www.babylon.com/free-dictionaries/ adresinden, Stardict sözlük dosyaları ise Google'da yüzlerce siteden bulunabilir.) Dosyamızı Pyglossary'de "Tabfile (txt, dic)" komutuyla txt dosyası haline getirdikten sonra excel'e kopyalayıp, gerekli düzenlemeleri yapıp geri bir txt dosyasına kaydediyoruz. (Utf-8 kodlamasıyla kaydedilmeli. Bu ise şöyle yapılır: Dosya Not Defteri programında açılır. Dosya>Farklı kaydet> yaptıktan sonra dosya kodlama UTF-8 olarak seçilir ve kaydedilir.)


Babylon

Hazırladığımız txt dosyasının içeriği, bir excel dosyasına yapıştırılır ve kaydedilir. Babylon Glossary Builder açılır, Next> tıklanır. Bu sayfada bizce önemli olan:

Source Language: Sözlüğün hangi dilden çevirdiği
Target Language: Sözlüğün hangi dile çevirdiği

anlamlarına gelir. Bu sayfadaki bilgiler de düzenlendikten sonra sağ altta "Advanced"e tıklanır. "Use UTF-8 encoding" seçeneği işaretlenir. OK'e tıklanır. Tekrar Next>e tıklanır. Data Sources>Excel Worksheet seçilir. Excel file>Browse'a tıklanır. Hazırlamış olduğumuz excel dosyası seçilir. Next^'e tıklanır.
Term Column: Maddelerin bulunduğu sütun seçilir. Advanced Styling'e tıklanır. "Show column names in definition" seçeneği temizlenir. Definition Columns: Burada Change'e tıklanır, sadece maddelerin anlamlarının bulunduğu sütun seçilir.  Tekrar Next>Build. Sözlüğümüz hazır. Karşımıza çıkan soruya evet cevabını verirsek sözlüğümüz kendi Babylon uygulamamıza da yüklenmiş olur.


Stardict

Yukarda anlattığımız, herhangi bir formattaki sözlüğü txt dosyasına çevirme işlemi gibi yapılır. Sadece çıktı formatı "stardict.ifo" seçilir. İşlem sonunda oluşturulan, işlem yaptığımız txt dosyasıyla aynı adı taşıyan ama uzantısı ifo, dict ve idx olan dosyalar bizim sözlük dosyalarımızdır.

Diğer Formatlar

Pyglossary programında istediğiniz çıktı formatını seçerek yapabilirsiniz.

13 Ocak 2015 Salı

Osmanlıca Klavye Düzeni

Değerli dostlar,



Ülkemizde, son zamanlarda Osmanlıcaya olan ilgi bir hayli arttı. Özellikle siyasi iradenin bu konuda attığı adımların, bunda önemli bir pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu artan ilgiyle beraber, bilgisayarda Osmanlıca yazı yazmak da ihtiyaç haline geldi.

Biraz önce yaptığım Google araştırmasında; bu konuda, site bazında ya da pc için klavye düzeni bazında birçok hizmetin verildiğini gördüm. Benimki ise buna küçük bir katkı sağlamak.

Site düzeyinde olan Osmanlıca klavyeler çok kullanışlı değil, çünkü orada yazıp sonra Word'e veya başka bir yere kopyalama zorunluluğu var, ama "klavye düzeni" dediğimiz şeyde bu yok. Herhangi bir yere yazı yazarken, ekranımızın sağ altındaki TR yazan yere tıklayarak Osmanlıca klavye düzenini seçersek, o harfleri yazmaya başlayabiliriz. Benim hazırladığım da bu ikinci gruba giriyor. Dosyamız bu:

https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-dkZQeFl5WG9mdWs/view?usp=sharing


Bu dosyayı bilgisayarımıza indirip, klasörün içindeki setup.exe dosyasını çalıştırarak klavye düzenini kuruyoruz. Sonra, bu klavyeyle yazı yazmak istediğimiz zaman ise sağ altta TR yazan yere tıklayıp "AR" seçeneğini seçiyoruz.


Kolay gelsin.

En Büyük Ücretsiz Fransızca-Türkçe Elektronik Sözlük (Babylon ve Kindle'a uyumlu)

Değerli dostlar,

Fransızca Türkler için önemli bir dil. Osmanlı'nın son 100 yılında çok mühim bir yeri olan ve günümüz Türkçesine en çok kelime vermiş Batı dili olan dil Fransızcadır. Hatta o kadar ki, günümüzde Fransızcadan Türkçeye kelime girişi neredeyse durmuş olmasına rağmen, dilimize İngilizceden gelen kelimeler Fransızca okunuş kurallarına göre yerleşiyor: (Innovation: İnovasyon/Boxer: Boksör gibi).

Hal böyleyken, (İngilizce kadar olmasa da) insanlarda, kimilerince "aşk'ın dili" sayılan Fransızcayı öğrenme isteği uyanıyor. Bende de bu istek doğdu ama bu dil için hazırlanan Türkçe materyaller gayet yetersiz (aslında çok belki, ama milletçe çok sevdiğimiz "beleş" olanlardan bahsediyorum). Özellikle elektronik sözlük alanında Fransızca öğrenmek isteyen Türkler için önemli bir boşluk var.

Fransızca, İngilizceden farklı olarak, çekime dayalı bir dil olduğundan (her bir fiilin şahıslar ve zamanlara göre 88 tane çekimi olduğunu söylesem yeterlidir galiba), bu dilde elektronik sözlük hazırlamak cidden zor bir iş: isimlerin çoğullarını ekleyeceksin, fiil çekimlerini ekleyeceksin, sonra bunların kök halini madde içine ekleyeceksin vs vs.

Babylon'la İnternette Fransızca metinler okumaya çalışırken, bir Fransızca-Türkçe sözlüğe rastladım. Mustafa Yıldız adlı bir kişi, internet aleminin en büyük (30000 küsür maddenin bulunduğu) Fransızca-Türkçe sözlüğünü Babylon formatında hazırlamış (http://www.babylon.com/free-dictionaries/reference/dictionaries-thesauri/Mustafa-YILDIZ%27s-Turkish-to-English-Dictionary/28543.html). (Muhtemelen) Kendi çabasıyla oluşturduğu ve tebrik edilesi bu sözlük maalesef madde bakımından yetersiz ve kelimelerin çekimli hallerini kapsamıyor. Sözlüğümü hazırlarken ona ulaşmaya çalıştım ama verdiği iletişim bilgileri artık geçersiz. Neyse, bu aklımın bir köşesine yazıldı.

Yine Fransızca metinler okurken, çekimli kelimelerin köklerini veren bir sözlükle karşılaştım, bu da aklımın bir köşesine yazıldı.

Sözkonusu metinleri okurken Mustafa Yıldız'ın sözlüğünün yetmediği yerlerde, kelimelerin anlamları Babylon'un Fransızca-İngilizca sözlüğünden geliyordu. Evet, doğru tahmin! Bu da aklımın bir köşesine yazıldı.

Düşündüm ki, keşke şöyle bir sözlük olsa: Ben Fransızca metin okurken kelimenin anlamını Türkçe ve İngilizce olarak verse, bulamazsa sadece İngilizcesini verse. Eğer kelime çekimliyse ve/veya çoğulsa o kelimenin kök halini ve onun anlamını yine Türkçe ve İngilizce olarak verse, bulamazsa sadece İngilizcesini verse.

İşte bu düşünce yukardaki özelliklere sahip olan (muhtemelen çok da kullanmayacağım) bir sözlük hazırlama isteği uyandırdı bende. Ben de bir hafta kadar çalışarak (500.000 civarında maddesi bulunan) bu sözlüğü yaptım.

Sözlüğün özellikleri:
- Babylon French-English, Mustafa Yıldız's Français-Turc Dictionnaire, ve French Morphology and Phonetics adlı sözlüklerden yararlanılarak oluşturuldu.
- Fiillerin değişik çekimleri mevcut. Bu çekimlerin kökleri ve o köklerin anlamları aynı madde içinde verildi.
- Fransızca kelimelerin karşılığı Türkçe ve İngilizce olarak verildi. Türkçe karşılığın bulunmadığı kelimelerde sadece İngilizce anlamlar verildi.
- Sesliyle başlayan kelimelerin başına l', s', m' şeklinde aldığı halleri de eklendi.



Not: Bu yaptığım işlem ters mühendislik sayıldığı için, yasal değil benim yaptığı sözlüğü kullanmak. Bu uyarıyı okuyanların %98'inin indirmekten vazgeçeceğine bahse girerim.

Kindle versiyonu: https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-RXR3djFnbEdSMDg
Babylon versiyonu (Goldendict ile de çalışır): https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-RWx4eVh6U0VxTFE/view?usp=sharing

Not: Stardict versiyonunu yapmadım, çünkü Goldendict programı Babylon sözlük formatını (bgl) okuyabiliyor. Kindle okuyucular için hazırlanmış işletim sistemi olan Duokan da İngilizce olmayan karakter bulunan kelimelerin şeklini bozduğu için sözlükle İngilizce dışında metin okumak imkansız.

Keyifli okumalar.




Bu sözlüğü nasıl mı yaptım?

Buyrun: http://ahmet-baltaci.blogspot.com/2015/01/elektronik-sozluk-olusturma-ve.html

Kindle İçin Sözlük Yapmak

(Elektronik sözlükler hakkında genel bilgi ve Babylon vs platformlara göre nasıl sözlük oluşturulacağı bilgisi için http://ahmet-baltaci.blogspot.com.tr/2015/01/elektronik-sozluk-olusturma-ve.html)



Değerli dostlar,

Kitap kurtları için kitap okuyucular, nam-ı diğer "ebook reader"lar önemli bir alet halini aldı. Taşıma kolaylığı bu aletin önemli artılarından biri. Sözkonusu aygıtların güzel bir özelliği de; yabancı dilde bir (Sözlük Özelliği) kitap okurken ekrana dokunarak, ya da imleci hareket ettirerek kelimelerin anlamlarına kolaylıkla bakılabilmesi.
İnternet üzerinde Kindle'a göre pek çok ücretsiz sözlük var, ama Babylon, Stardict gibi sözlükleri Kindle üzerinde kullanmak istiyorsanız ya da "elimde verilerim var, ben daha iyisini yaparım" diyorsanız (programlama bilgisine gerek olmayan), kolay yolu var, buyrun. İnternette, Kindle için sözlük yapmak için Türkçe yazılmış talimat bulunmadığı için (http://1manfactory.com/create-your-own-kindle-dictionary-for-every-language-for-free/ sitesinden yararlanarak) bunu hazırladım (Ben çalışmamı yaparken sözkonusu sayfa kullanımdan kalktı. Allah'tan sayfayı bilgisayara indirmiştim ;) ).


Çalışmaya başlamadan önce, şu dosyayı indirin (Normalde "Dictionary Creator" ile "Mobigen"in ayrı ayrı indirilmesi gerekiyor ama ben ikisini beraber zipledim): https://drive.google.com/file/d/0B_FSPjps30K-d1NsT3dvdjFJZjA/view?usp=sharing

Kindle'a sözlük yapmak için elimizdeki verinin -sol tarafta madde, sağ tarafta maddenin anlamı olacak şekilde- iki sütunlu, "tab"larla ayrılmış bir txt dosyası gerekiyor (Babylon vs formatlardaki sözlükleri txt'e çevirmek için http://ahmet-baltaci.blogspot.com/2015/01/elektronik-sozluk-olusturma-ve.html).

Bunu hazırlamanın en kolay yolu da, veriyi excel'e yapıştıp, orada düzenleme yapıp (eğer maddeler ve anlamları birbirinden virgül gibi bir işaretle ayrılmışsa, "Metni sütunlara dönüştür" özelliğiyle iki sütun haline getirebilirsiniz) şu görünüme getirdikten sonra
tüm veriyi notepad'e kopyalamaktır.
Not 1: Benim Kindle DX'im küçük ı'yı tanımadığı için bunları küçük "i"ye çevirmem gerekti. Diğer Kindle modelleri hakkında bilgim yok. Eğer hazırladığınız sözlük Türkçe karakterleri tanımıyorsa, sözlük metnini http://www.turkcekarakter.com/ adresinde Türkçe karakterlerden temizleyebilirsiniz (örn: çalışmak>calismak)
Not 2: Kindle'da bir metin üstünde kelimenin anlamına bakarken o kelimeden sonraki kelimeler de görünüyor. Bu ise bir nebze karışıklığa karışıklığa sebep oluyor. Birbirini izleyen maddelerin Kindle'da birbirinden ayrı görünmesi her madde anlamının sonuna "//" gibi işaret koymanız faydanıza olacaktır.

İndirdiğimiz dosyanın içindeki "dictionary creator ve mobigen" klasörünü masaüstüne sürüklüyoruz. Sonra elimizdeki "tab"larla ayrılmış .txt dosyasını Notepad'da açıyoruz, (tab'larla ayrılmış metnin altında ve üstünde boşluk ya da başka türlü yazı varsa sildikten sonra) Dosya>Farklı kaydet> yaptıktan sonra dosya adını dict.txt , kodlamayı ise UTF-8 olarak seçip, masaüstüne sürüklediğimiz klasörün içine kaydedip Notepad'i kapatıyoruz.

Sonra klasörü açıp kaydetiğimiz dict.txt dosyasını tab2opf.exe dosyasının üzerine sürüklüyoruz. Bu işlem bittikten sonra belli sayıda html dosyası ve dict.opf adında bir dosya çıkacak. Dict.opf adındaki mobigen.exe dosyasının üzerine sürüklüyoruz. Bu işlemin sonunda ortaya çıkan dict.mobi dosyasını Kindle'ımızın ana klasöründeki "Documents" klasörünün içine yapıştırıyoruz.

Keyifli okumalar.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Başlarken

Merhaba değerli dostlar.

Adım Ahmet Baltacı. Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek lisans yapıyorum. Genel olarak dillere merakım var. Bu blogu, kendi kendime amatörce ilgilendiğim (özellikle dil üzerine) şeyleri bu blogda paylaşmak için açıyorum. İnşaallah biraz faydam olabilir.



Facebook adresim: https://www.facebook.com/ahmetbaltaci88
Google+ adresim: Yazmama gerek yok. Ekranın solunda :)
E-Mail adresim: ahmetbaltaci1988@hotmail.com