9 Kasım 2020 Pazartesi

Celal Nuri İleri'nin İttihad-ı İslam Adlı Eserinin Önsözü (Çeviri)

 

İttihad-ı İslam

Önsöz

İran’ın kansız bir şekilde bölünmesi, Fas’ın ve Fas’ta halifelik ilan eden İdrisiler hanedanının Fransız egemenliğine girmesi, İtalyanların Trablusgarp’ı istila etmesi, Osmanlıların Balkan devletleri tarafından Avrupa’dan çıkarılması ve bütün büyük devletlerin resmi olarak müttefiklere yardım etmesi, İngiltere ile Rusya’nın anlaşması, Fransa’nın bu iki devletle iyi geçinmesi, Pan-Germenizm ile Pan-Slavizmin bugün yarın bir çatışmaya girmeleri ihtimali, İngiltere’nin varlığını sürdürmek için Almanya aleyhine geçmeye hazırlanması, Uzakdoğu’nın uyanışı ve özellikle Çin Cumhuriyeti’nin ilanı, gayet önemli dönüm noktalarıdır. Bu olaylar, bir dönemin kapandığını gösteriyor. Böyle önemli olayların meydana gelmesi, gelecekte dikkat çekici pek çok değişimin gerçekleşeceğine, dünya haritasının biraz daha değişeceğine işarettir. Bu siyasi dönüşümlere paralel olarak fikir ve teorilerin, hatta duyguların da değişimi, daha doğrusu evrimi, asla dikkatlerden kaçmayacak önemli meselelerdir.

Şunu demek istiyoruz ki, henüz başında olduğumuz yirminci yüzyılın ortası, hiçbir şekilde geçtiğimiz çağ ile benzerlik göstermeyecek kadar değişim gösterecektir. Şimdiye kadar halledilmeyen veya edilemeyen meseleler bir şekilde çözüme ulaşacak, eski statükonun yerine yenisi tesis edilecektir.

Bütün dünya savaşa hazırlanıyor. Bütün dünya savaştan çekiniyor. Başka devletlerin boyunduruğu altında yaşayan milletler, bir uyanış yaşıyor ve haklarını geri almak için mücadele ediyor. Artık, emperyalizmin mahiyeti değişiyor. Bu şaşkınlık ve karmaşa içerisinde bazı milletler yaşlanıyor: Fransızlar ve İngilizler gibi. Bazı milletler yeniden doğuyor: Japonlar gibi. Bazı milletlerin yeniden doğmasından korkuluyor: Müslümanlar ve Habeşliler gibi. Eski zamanların siyasi motivasyon kaynakları yerini yenilerine bırakıyor: bugün dünyaya, milli ve iktisadi güdüler hükmetmektedir.

Batı Doğu’yu baskı altında tutuyor. Bunun doğal sonucu olarak olaylar tersine dönüyor, bundan Asya’nın belki en esaslı dönüşüm ve devrimleri baş gösterecektir. Zaten fizikteki basınç kanunları da bunu ispatlar.

Doğu nedir? Batı nedir? Bu iki dünya arasındaki siyasi, milli, ırki, ahlaki, ruhi, duygusal uyuşmazlıklar nelerdir? Uyuşmak mümkün müdür, değil midir? İslamiyet, içinde bulunduğumuz çağda nasıl tarif edilebilir; İslam’ın geçmişi ile ilgisi ne ölçüdedir; böylece şu anın gelecekte ne gibi bir rolü olabilir? Müslümanlar kimlerdir? Nasıl bir kuvvet teşkil ediyorlar? Sosyal olarak bir niceliğe sahip midirler? İnsanlığın altıda birini oluşturan ve geriledikleri açıkça görünen Müslümanlar, önce esaretten kurtulup sonra medeni dünyadaki görevlerini yerine getirmek için ne gibi bir gayret göstermeliler?

Bu meseleler, genellikle ne Doğu’da ne Batı’da yeterince araştırılmamıştır. Her ne kadar Avrupa’da birçok eli kalem tutan insan İslam birliğini mevzubahis etmişlerse de, bu önemli konu, yukarda bahsettiğimiz şekilde geneli itibariyle çalışılamamıştır. Şurasını da söyleyelim ki, Pan-İslamizm Batı’da henüz bir mücadele konusu halinde bulunduğundan, milli ve siyasi ihtiraslardan kurtulmuş düşünürler, bundan bilimsel soğukkanlılıkla bahsetmeye başlamamışlardır. Doğu’ya gelince, biz meseleleri henüz Avrupa usul ve kurallarıyla araştırmaya alışmadığımızdan, maalesef bu konudaki fikri gayretlerimiz meyve vermemiştir.

İşte tarihin geçmekte olduğu bu aşamada, biz bu fevkalade önemli ve yararlı meseleyi gücümüz yettiğince açacak ve açıklayacağız. İşin önemi, muhtemel hatalarımızın affına vesile olacaktır düşüncesindeyiz.

İslam birliği üzerine çalışırken, mümkün olduğu kadar çeşitli ihtiraslardan, hatta zaman ve zeminin mecburiyetlerinden sıyrılmak gerekir. Bugünün ihtirasları ya da güncel hissiyatların etkisinde kalarak tarih yazmak, eski olayları muhakeme etmek ne kadar güç ise, bazı güncel fikir ve ihtiraslara kapılarak İslam meselesini çalışmaya koyulmak da o kadar zordur. Hatta İslam birliği hususu gelecekle de ilgili olduğundan, çalışılması ondan daha zordur.

Hayatın akışı, çok defa hisleri yok ediyor. Adeta hadiselerin içinde boğulup kaldığımızdan, geçirmekte olduğumuz zamanı tam bir tarafsızlıkla muhakeme edemiyoruz ve meşhur mısrada denildiği gibi, deniz içinde bulunan balıklar nasıl denizi bilmezlerse, birçoklarımız da, türlü sebeplerden dolayı, bugünkü durumu bilmememiz mümkündür. Geçmiş olaylar bizden uzaklaşıp, hatta bugünle bağı kopup tarihi ve kesin bir hal almadıkça, alışılmadık tabiriyle “tebellür” etmedikçe anlaşılmayabilir. Hakikat zannedilen şeylerin üstünde hakikatler vardır;  matematiğin bile ötesinde başka bir üslupta, büsbütün başka pozitif hakikatler olduğunu iddia eden bilginler yok değildir. Bundan dolayı, bazı sözde hakikatler, bazı resmi ideolojiler birtakım ön kabuller bizim basiretimizi bağlamasın. İnsan doğası ve gücünün yettiği derecede hadiselerin, günlük konuların, hatta milli ve sosyal ihtirasların, iktisadi gerekliliklerin üstüne çıkalım ve öyle bir bakışla, mevcut en önemli meselelerle, tarihin ilgilendiği en geniş kapsamlı sonuçlar veren hususlardan biri olan İslam konusunu ele alalım.

Bu meselenin tarihle sıkı bir ilişkisi olduğu, İslam’ın feyz ve yüceliğini geçmişten alması yönüyle, bugünkü durum ile de tam bir irtibatı vardır. Emperyalizm politikası hemen hemen bir İslam meselesi olduğu gibi, bu politika da Avrupa ve hatta bütün dünyanın güncel siyasetinin esasıdır. Bundan dolayı, İslam birliğinin derinleştirilmesinde mutlaka İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda, Almanya, İtalya, Japonya, Amerika emperyalizmlerini ve bunlara bağlı olarak Avrupa siyasetlerini iyice muhakeme etmemiz gerekir. Her şeyden önce, İslamın geçmişle ilgisi ve İslam’ın mazi aleminde bulunan kökü anlaşıldıktan sonra bugünkü meseleler iyice araştırılırsa, o zaman gelecek hakkında biraz kehanette bulunmaya hakkımız olur.

Eserimizi biraz büyükçe tutmak, halihazırdaki Müslümanların hayat tarzlarını ayrıntılı bir şekilde anlatmak niyetindeydik. Müslümanların birbirini tanıması için bu gibi bilgilerin yayınlanmasına ise çok ihtiyaç vardır. Bu gibi araştırmaları özellikle yaptıysak da, kitabımızda bu konuda fazla bilgi veremeyeceğiz. Sebebini söyleyelim: Böyle bilgilerin okuyucuya sunulması için bazı noktaların kesin olarak bilinmesi gerekir. Müslümanlar pek dağınık bir şekilde, çeşitli coğrafyalarda, muhtelif devletlerin egemenliği altında yaşadıklarından, onlarla ilgili meseleler de orantılı olarak çoktur. Her ne kadar Mısır, Tunus, Cezayir, Hint, Malezya, Rusya vs. Müslümanlarıyla daimi bir ilişkimiz olsa da, kendilerinden talep edilen kesin bilgileri almak güç oluyor. Doğu; Avrupa gibi düzene, düzenli bir şekilde düşünmeye, çalışmaya, araştırmaya, incelemeye alışmadığından, isteneni Avrupai bir kesinlikle veremiyor. İşte Doğu’nun bu perişan hali, anarşisi bu eserimizin bazı pratik bilgiler için bir başvuru kaynağı olmasına engeldir. Bundan dolayı, İslam’a dair birçok bilgi vermekle birlikte, bu kitabımız asıl olarak İslam’a dair fikirler, görüşler, teoriler, hissiyatlar ve Avrupa’nın politikasından, emperyalizmden, Doğu meselelerinden bahsedecektir. Diğer kısım bilgileri toplamak mümkün olursa ayrıca bir cilt olarak yayınlamakta tereddüt etmeyeceğiz.

Hangi sıfat ve yetkiyle bu kitabı kaleme alıyoruz?

Sanırım, okuyucuların birçoğunun aklına gelecek olan bu soruya hemen burada vermek gerekiyor.

Özel olarak, fiilen beş yıldır İslam birliği ile ilgileniyoruz. Mısırlı, Tunuslu, Cezayirli, Faslı, Osmanlı, Hintli, Rusyalı, Çinli İslam birliği taraftarlarıyla ilişkiler içinde bulunduk, kendileriyle görüştük, haberleştik. Yazılı ve siyasi tartışmalara girdik. Çeşitli ülkelerde açılan siyasi tartışmalara dahil olduk. Bununla beraber Avrupa’nın İslam siyasetini uzun zamandan beri sürekli olarak takip ettiğimiz gibi, Avrupa fikir adamlarından bu işlere dair kalem oynatanların eserlerini okuduk, eleştirdik. İşte bütün bu çalışmaların bize bir dereceye kadar verdiği yetkiyle bu kitabı yazıyoruz. Aczmizi itiraf ediyoruz. Bize yayınlamada cesaret veren şey, bizden daha yetenekli kalem erbabının şimdiye kadar bu vadide gayret göstermemeleridir.

Bir diğer meseleyi de göz önüne getirelim:

Memleketimizde, halktan ve ileri gelenlerden birçok insana, İslam birliği denir denmez bir titreme geliyor. Ürküyorlar. “Kendisi yardıma muhtaç bir dede, başkasına nasıl yardım etsin?” nakaratını tekrar ederek, bu politikanın bizim başımıza birçok felaket getirebileceğinden, devletimiz hakkında genel bir öfkeye sebebiyet verebileceğinden korkuyorlar. “Önce kendi işimize bakalım, sonra Cava’daki Müslümanların halini düşünürüz”, “Hindistan’ı fethedelim derken Rumeli’yi kaybediyoruz” veya “Bu hayaller ile İtalya’yı aleyhimizde bulunmaya teşvik ettik” gibi sözleri çok duyuyoruz. Bütün bu itirazlara teessüf ederiz. Bu gibi eleştirileri dile getirenlerin, İslam birliğinin -yüzeysel olarak bile- bir tarifini bilmediklerini sanıyoruz. Avrupalılar Ay üzerindeki dağ ve tepelere varıncaya kadar ölçüm yapıyorken bizim içinde bulunduğumuz İslam alemini bilmememiz, nasıl bir dini, sosyal, siyasi ve ahlaki çevrede yaşadığımızı idrak etmememiz, doğrusu, affedilmez bir tembelliktir. İslam birliği, aşağıda birbirini takip edecek fasıllardan anlaşılacağı üzere, büyük bir zarara davetiye çıkarabileceği gibi, büyük bir fayda da sağlayabilir. Herhalde İslam alemini ve doğal olarak onu işgal eden tüm Avrupa’yı ve hatta tüm dünyayı uğraştıran meseleleri bilmemek, bilmek istememek, tabirimi mazur görün, bir cinayettir. Hilafet merkezinin göbeğinde Müslümanların haline bu derece kayıtsız kalmanın Avrupalıların sahip olduğu araştırmacı ruha da uyduğunu sanmıyorum. Önce İslam alemini ve onunla alakalı olan işleri bilelim, sonra eylem planımızı yaparız.

Bu gibi yayınları Avrupa’yı kızdırırmış. Demek oluyor ki, Avrupa bu kadar kolay öfkeleniyor. Öyleyse o öfkeli kaplan bundan başka şeylere de köpürür. Bundan dolayı bu kitabın ya da benzerlerinin ne önemi olabilir?

Önsözümüzün sonunda şu noktayı da açmamız gerekiyor: Fikir özgürlüğünü savunanların bazıları – ki biz de kadimden beri fikir özgürlüğünün taraftarı olmaktan kıvanç duyuyoruz – İslam birliğini dini bir mesele olarak algılıyor ve bu yoldaki yayınlar ve emekleri, gericiliğin darbeleri olarak görüyorlar. Önünde ve sonunda hep, İslamiyet’in iki yönü olduğunu söyledik: dini ve siyasi. Biz, burada dini yönü bahis mevzuu etmiyoruz. Din, vicdan ile ilgilidir. Bizim asıl ilgilendiğimiz kısım İslam’ın siyasi ve sosyal yönüdür. Müslümanlar tek bir millettir. Defalarca söylediğimiz gibi, İslamiyet çeşitli milletleri birleştiren kimyasal bir iksirdir. Bundan dolayı, yaklaşık olarak üç yüz milyon Muhammedî, bugün tek bir millet ve birleşik bir kitle teşkil etmektedir. Onların gelişimini kolaylaştırmak, ilerlemelerini teşvik, yükselmelerinin yollarını bulmak, sanırım, Avrupa emperyalizminin yaklaşamayacağı kadar medeni, insani bir amaçtır. Bu itibarla, İslam birliği taraftarlarını gericilikle, fikir özgürlüğüne darbe indirmekle suçlayan saf insanları, en gür sesimizle protesto ediyoruz. İnsanlığın altıda birinin kurtuluşunu ve yükselişini istemek ve bununla yetinmeyip başkalarının hukukuna, özgürlüğüne zarar verilmemesi prensibine uyarak bütün insanların rahat yaşaması fikrin teşvik etmenin; birtakım kolonilerde insanları bir mal gibi gören kapitalizm düşüncesinin ilerlemesi için gayret eden Avrupalıların idealinden her yönden daha yüce bir gaye olduğundan hiç şüphe olmasın.

İşte özellikle İslam’ın tarihteki, günümüzdeki ve gelecekteki yerini göstermeye ve İslam birliğini bir düstur ile ifade etmeye gayret ve bununla beraber zamanımızda ve ülkemizde beğeni toplayan bazı zararlı ve bozuk fikirlere karşı mücadele ilan etmek amacıyla, her türlü etkiden uzak olarak, bu cildi okuyucularımızın muhakemesine sunuyoruz.

Celal Nuri,

Yeniköy, 12 Şubat 1913