27 Ocak 2015 Salı

Aziz Yardımlı Türkçesinden Türkçeye Çeviri Denemesi

Değerli dostlar,

Benim gibi, dile ilgi duyanlardan sosyal medyayı takip edenler, Aziz Yardımlı'nın çevirilerinde kullandığı dil hakkında az çok bilgi sahibi olmuşlardır. Hocamız, Oslo Üniversitesinde Matematik, İnformatik ve Felsefe okumuş, aynı zamanda Latince, İngilizce ve Almancadan (daha varsa ben bilmiyorum) felsefe kitapları çeviriyor. Yalnız, çevirilerinde kullandığı dil Türklerin anladığı yabancı kelimeler yerine anlamadığı, Türkçe ek ve köklerden oluşmuş kelimelerin bulunduğu bir dil.

Aklıma, Yardımlı'nın çevirilerini daha anlaşılabilir hale getirmek geldi. Yardımlı'nın Copleston Felsefe Tarihi adlı eserin Hegel bölümünden bir kısım üzerinde çalıştım. Önce, Yardımlı'nın çevirisini okuyalım:

"Alman idealistlerinin en büyüğü ve batı felsefecilerinin en önde gelenlerinden biri, 27 Ağustos 1770’de Stuttgart’ta doğdu.1 Babası bir devlet memuru idi. Stuttgart’daki okul yıllarında geleceğin felsefecisi özel bir yolda kendini göstermedi, ama ilkin bu dönemdedir ki Yunan dehasının çekiciliğini duydu ve özellikle Sofokles’in oyunlarından, hepsinden önce Antigone’den etkilendi.
1778’de Hegel Tübingen Üniversitesinde Protestan tanrıbilim vakfına öğrenci olarak kabul edildi ve burada Schelling ve Hölderlin ile arkadaşlık ilişkileri geliştirdi. Birlikte Rousseau’yu incelediler ve Fransız Devriminin idelleri için ortak bir coşkuyu paylaştılar. Ama okuldaki durumuna bakıldığında Hegel hiç de olağanüstü bir yetenek izlenimini vermiyordu. Ve 1793’de üniversiteden ayrıldığı zaman bitirme belgesi iyi karakterinden, tanrıbilim ve filolojideki orta karar bilgisi ile yetersiz felsefe kavrayışından söz ediyordu. Hegel’in düşünsel gelişimi, Schelling’in tersine, erken bir parlama belirtisi göstermiyordu: Olgunlaşmak için daha uzun bir zamana gereksinimi vardı. Bununla birlikte, tablonun bir başka yanı daha vardır. Hegel daha şimdiden dikkatini felsefe ve tanrıbilim arasındaki ilişkiye yöneltmeye başlamıştı, ama notlarını herhangi bir yolda dikkate değer görünmeyen ve kendilerine hiç kuşkusuz pek güven duymadığı hocalarına göstermiyordu.
Üniversiteden ayrıldıktan sonra Hegel yaşamını bir aile öğretmeni olarak sürdürdü,—ilkin İsviçre’de Berne’de (1793-6) ve daha sonra Frankfurt’ta (1797-1800). Görünüşte olaysız geçmiş olsalar da, bu yıllar Hegel’in felsefi gelişiminde önemli bir dönem oluşturacaklardı. O sıralar yazdığı denemeler ilk kez 1907’de Herman Nohl tarafından Hegel’in Erken Tanrıbilimsel Yazıları (Hegels theologische Jugendschriften) başlığı altında yayımlandılar. Bunların içeriklerine daha sonraki bölümde değineceğiz. Aslında eğer elimizde salt bu denemeler olmuş olsaydı, daha sonra geliştirmiş olduğu felsefi dizgeye ilişkin hiç bir şey düşünmezdik, ve bir felsefe tarihinde Hegel’e yer ayırmak için ciddi bir neden bulunmazdı. Bu anlamda denemeler pek önemli değildirler. Ama Hegel’in erken yazılarına gelişmiş dizgesinin bilgisi ışığında dönüp baktığımız zaman, sorunsallarında belli bir sürekliliği bulup çıkarabilir ve dizgesini nasıl ürettiğini ve yol gösterici düşüncesinin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Gördüğümüz gibi erken yazılar ‘tanrıbilimsel’ olarak nitelendirilmişlerdir. Ve hiç kuşkusuz Hegel bir tanrıbilimci değil ama bir felsefeci olsa da, felsefesi belli bir anlamda her zaman bir tanrıbilimdi, çünkü konusu, kendisinin de açıkça direttiği gibi, tanrıbilimin konusu ile aynıydı, eş deyişle Saltık ya da, dinsel dilde, Tanrı, ve sonlunun sonsuz ile ilişkisi.
1801’de Hegel Jena Üniversitesinde bir görev elde etti ve yayımlanmış ilk çalışması olan Fichte ve Schelling’in Felsefi Dizgelerinin Ayrımı (Differnez des Fichteschen und Schellingschen Systems) aynı yıl yayımlandı. Bu çalışma her şeye karşın onun bir Schelling izleyicisi olduğu izlenimini yarattı. Ve bu izlenim Eleştirel Felsefe Dergisi’nin (1802-3) yayımlanmasında Schelling ile işbirliği yapması tarafından güçlendirildi. Ama Hegel’in içinde bulunduğumuz yüzyıldan önce yayımlanmamış olan Jena dersleri onun daha o sıralar kendine özgü bağımsız bir konumu geliştirmekte olduğunu gösterirler. Ve Schelling’den uzaklaşması ilk büyük çalışmasında, 1807’de çıkan Tinin Görüngübilimi’nde (Phänomenologie des Geistes) açıkça günışığına çıktı. Bu dikkate değer kitaba bu bölümün beşinci kesiminde ayrıntılı olarak değineceğiz.
Üniversite yaşamını sona erdiren Jena savaşından sonra Hegel kendini aşağı yukarı tam bir yoksunluk durumu içinde buldu ve 1807’den 1808’e dek Bamberg’de bir gazetenin yayımcılığını üstlendi. Daha sonra Nürnberg’de Gymnasiumun müdürlüğüne atanarak 1816’ya dek bu konumda kaldı (1811’de evlendi). Gymnasiumun müdürü olarak Hegel eski klasiklerin incelenmesine ağırlık vermiş olsa da, bunu, söylendiğine göre, öğrencilerin ana dillerine zarar verecek bir yolda yürütmedi. Ayrıca öğrencilerine felsefenin temelleri konusunda da dersler veriyor, ama görünürde bunu felsefeyi okul programı kapsamına getirme politikası için duyulan herhangi bir kişisel istekten çok üstü Niethammer’in dileğine uyarak yapıyordu. Ve pekala öğrencilerarasında pek çoğunun Hegel’in demek istediklerini anlamada büyük güçlükler yaşamış oldukları düşünülebilir. Aynı zamanda felsefeci kendi çalışmalarını sürdürerek düşüncelerini derinleştiriyordu. Ve Nürnberg’deki kalışı sırasındadır ki başlıca çalışmalarından biri olan Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik, 1812-16) üretti.
Bu
çalışmanın ikinci ve son bölümünün çıktığı yıl Hegel bir felsefe kürsüsü kabul etmesi için Erlangen, Heidelberg ve Berlin olmak üzere üç ayrı yerden çağrılar aldı ve Heidelberg’den gelen çağrıyı kabul etti. Genel öğrenci kitlesi üzerindeki etkisinin çok büyük olduğu söylenemez, ama bir felsefeci olarak ünü giderek arttı. Ve bu 1817’de Ana Çizgilerde Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin (Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayımlanması ile pekişti. Bu çalışmasında Hegel dizgesinin Mantık [Bilimi], Doğa Felsefesi ve Tin Felsefesi başlıklarını taşıyan üç ana bölümünün anahatlarda bir taslağını verdi. Yine belirtebiliriz ki Hegel estetik üzerine derslerini de ilkin Heidelberg’de verdi.
1818’de Hegel Berlin’den gelen yeni bir çağrıyı kabul etti ve 14 Kasım 1831’de koleradan ölümüne dek üniversitede felsefe kürsüsünde kaldı. Bu dönem sırasında yalnızca Berlin’in değil ama bir bütün olarak Almanya’nın felsefe dünyasında rakipsiz bir konuma erişti. Belli bir düzeye dek bir tür resmi felsefeci olarak görülüyordu. Ama bir öğretmen olarak etkisi hiç kuşkusuz hükümet ile bağlantılarından kaynaklanmıyordu. Ne de bunun nedeni dili kullanmadaki çarpıcı yeteneği idi. Bir konuşmacı olarak Schelling’den daha gerideydi. Etkisi dahaçok arı düşünceye olan açık ve ödünsüz bağlılığı ve bunun yanısıra geniş bir bilgi alanını diyalektiğinin erim ve derinliği içerisine almadaki göz alıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Ve öğrencileri hiç kuşkusuz onun eğitimi altında insanın tarihini, politik yaşamını ve tinsel başarımlarını da kapsamak üzere olgusallığın iç doğasının ve sürecinin bilinçleri önüne serilmekte olduğunu duyumsuyorlardı.
Berlin’de felsefe kürsüsündeki görevi süresince Hegel’in yayımladığı çalışmalar göreli olarak azaldı. Tüze Felsefesinin Ana çizgileri (Grundlinien der Philosophie des Rechts) 1821’de çıktı ve Ansiklopedi’nin yeni düzenlemeleri 1827 ve 1830’da yayımlandılar. Ölümüne doğru Hegel Tinin Görüngübilimi’ni yeniden gözden geçiriyordu. Ama hiç kuşkusuz bütün bu dönem boyunca dersler vermekteydi. Ve derslerinin metinleri, belli bir ölçüde öğrencilerinin karşılaştırmalı notları üzerine dayalı olarak, ölümünden sonra yayımlanacaklardı. Bunların İngilizce çevirilerinde sanat felsefesi üzerine dersler dört cilt, din felsefesi ve felsefe tarihi üzerine olanlar üçer ve tarih felsefesi üzerine olanlar bir cilt oluşturur.
Hölderlin’in görüşünde Hegel anlama yetisi dingin ve prosaik olan biriydi. En azından gündelik yaşamında hiçbir zaman taşkın bir deha izlenimini vermiyordu. Özenli, yöntemli, duyunçlu, toplumcul karakteri ile, bir bakış açısından en çok onurlu bir burjuva üniversite profesörü, iyi bir devlet memurunun değerli oğluydu. Aynı zamanda evren ve insan tarihinin devim ve imlemine yönelik derin bir sezgiden esinleniyordu ve yaşamını bu tarihin anlatımına verdi. Bu demek değildir ki Hegel’in kişiliğinde sezgici ya da hayalci olarak nitelendirilebilecek bir boyut vardı. Gizemli sezgilere ve duygulara başvurmak her ne olursa olsun felsefe söz konusu olduğunda onun için tiksinti vericiydi. Biçim ve içeriğin birliğine sarsılmaz bir inancı vardı. İçeriğin, gerçekliğin felsefe için ancak dizgesel kavramsal biçimi içinde varolduğuna inanıyordu. Olgusal olan ussaldır ve ussal olan olgusal; ve olgusallık ancak ussal yeniden-kuruluşlarında anlaşılabilir. Ama Hegel’in gizemli içgörülere başvurarak bir bakıma kestirmeden gitmiş olan felsefeler için ya da, onun görüşünde, dizgesel bir kavrayıştan çok ruhsal yüceltmeyi amaçlayan felsefeler için küçümseyici bir hoşnutsuzluk göstermiş olmasına karşın, insanlığa felsefe tarihinde karşılaşılacak en görkemli ve etkileyici Evren tablolarından birini sunmuş olduğu olgusu ortadadır. Ve bu anlamda büyük bir sezgici idi."

Şimdi benim çevirimi okuyalım (değiştirdiğim yerlerin altı çizili):
"Alman idealistlerinin en büyüğü ve batı felsefecilerinin en önde gelenlerinden biri, 27 Ağustos 1770’de Stuttgart’ta doğdu.1 Babası bir devlet memuru idi. Stuttgart’daki okul yıllarında geleceğin felsefecisi özel bir yolda kendini göstermedi, ama ilk olarak Yunan dehasının çekiciliğini duyması ve özellikle Sofokles’in oyunlarından, hepsinden önce Antigone’den etkilenmesi bu dönemde olmuştur.
1778’de Hegel Tübingen Üniversitesinde Protestan teoloji vakfına öğrenci olarak kabul edildi ve burada Schelling ve Hölderlin ile arkadaşlık kurdu. Birlikte Rousseau’yu incelediler ve Fransız Devriminin idealleri için ortak bir coşkuyu paylaştılar. Ama okuldaki durumuna bakıldığında Hegel hiç de olağanüstü bir yetenek izlenimini vermiyordu. Ve 1793’de üniversiteden ayrıldığı zaman bitirme belgesi iyi karakterinden, teoloji ve filolojideki orta karar bilgisi ile yetersiz felsefe kavrayışından söz ediyordu. Hegel’in fikri gelişimi, Schelling’in tersine, erken bir gelişme belirtisi göstermiyordu: Olgunlaşmak için daha uzun bir zamana gereksinimi vardı. Bununla birlikte, resmin bir başka tarafı daha vardır. Hegel daha şimdiden dikkatini felsefe ve teoloji arasındaki ilişkiye yöneltmeye başlamıştı, ama notlarını herhangi bir yolda dikkate değer görünmeyen ve kendilerine hiç kuşkusuz pek güven duymadığı hocalarına göstermiyordu.
Üniversiteden ayrıldıktan sonra Hegel yaşamını bir aile öğretmeni olarak sürdürdü,—ilkin İsviçre’de Berne’de (1793-6) ve daha sonra Frankfurt’ta (1797-1800). Görünüşte olaysız geçmiş olsalar da, bu yıllar Hegel’in felsefi gelişiminde önemli bir dönem oluşturacaklardı. O sıralar yazdığı denemeler ilk kez 1907’de Herman Nohl tarafından Hegel’in Erken Teolojik Yazıları (Hegels theologische Jugendschriften) başlığı altında yayımlandılar. Bunların içeriklerine daha sonraki bölümde değineceğiz. Aslında eğer elimizde sadece bu denemeler olmuş olsaydı, daha sonra geliştirmiş olduğu felsefi sisteme ilişkin hiç bir şey düşünmezdik, ve bir felsefe tarihinde Hegel’e yer ayırmak için ciddi bir neden bulunmazdı. Bu anlamda denemeler pek önemli değildirler. Ama Hegel’in erken yazılarına gelişmiş sisteminin bilgisi ışığında dönüp baktığımız zaman, problemlerinde belli bir sürekliliği bulup çıkarabilir ve sistemini nasıl ürettiğini ve yol gösterici düşüncesinin ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Gördüğümüz gibi erken yazılar ‘teolojik’ olarak nitelendirilmişlerdir. Ve hiç kuşkusuz Hegel bir teolog değil felsefeci olsa da, felsefesi belli bir anlamda her zaman bir teolojiydi, çünkü konusu, kendisinin de açıkça ve ısrarla ifade ettiği gibi, teolojinin konusu ile aynıydı: Mutlak ya da, dinsel dilde Tanrı, ve sonlunun sonsuz ile ilişkisi.
1801’de Hegel Jena Üniversitesinde bir görev elde etti ve yayımlanmış ilk çalışması olan Fichte ve Schelling’in Felsefi Sistemlerinin Farkı (Differnez des Fichteschen und Schellingschen Systems) aynı yıl yayımlandı. Bu çalışma her şeye rağmen onun bir Schelling izleyicisi olduğu izlenimini yarattı. Eleştirel Felsefe Dergisi’nin (1802-3) yayımlanmasında Schelling ile işbirliği yapmasıyla da bu izlenim güçlendi. Ama Hegel’in içinde bulunduğumuz yüzyıldan önce yayımlanmamış olan Jena dersleri onun daha o sıralar kendine özgü bağımsız bir konumu geliştirmekte olduğunu gösterir. Schelling’den uzaklaşması ilk büyük çalışmasında, 1807’de çıkan Ruhun Fenomenolojisi’nde (Phänomenologie des Geistes) açıkça günışığına çıktı. Bu dikkate değer kitaba bu bölümün beşinci bölümünde ayrıntılı olarak değineceğiz.
Üniversite hayatını bitiren Jena savaşından sonra Hegel kendini aşağı yukarı tam bir mahrumiyet içinde buldu ve 1807’den 1808’e kadar Bamberg’de bir gazetenin yayımcılığını üstlendi. Daha sonra Nürnberg’de Gymnasiumun müdürlüğüne atanarak 1816’ya kadar bu kadroda kaldı (1811’de evlendi). Gymnasiumun müdürü olarak Hegel eski klasiklerin incelenmesine ağırlık vermiş olsa da, bunu, söylendiğine göre, öğrencilerin ana dillerine zarar verecek bir yolda yürütmedi. Ayrıca öğrencilerine felsefenin temelleri konusunda da dersler veriyor, ama görünürde bunu felsefeyi okul programı kapsamına getirme politikası için duyulan herhangi bir kişisel istekten çok üstü Niethammer’in talebine uyarak yapıyordu. Ve pekala öğrencilerin pek çoğunun Hegel’in demek istediklerini anlamada büyük güçlükler yaşamış oldukları düşünülebilir. Aynı zamanda felsefeci kendi çalışmalarını sürdürerek düşüncelerini derinleştiriyordu. Başlıca çalışmalarından biri olan Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik, 1812-16) üretmesi, Nürnberg’de kaldığı yıllara rastlar.
Bu
 çalışmanın ikinci ve son bölümünün çıktığı yıl Hegel; Erlangen, Heidelberg ve Berlin’deki üç ayrı felsefe kürsüsüne davet edildi ve Heidelberg’den gelen çağrıyı kabul etti. Genel öğrenci kitlesi üzerindeki etkisinin çok büyük olduğu söylenemez, ama bir felsefeci olarak ünü giderek arttı. Ve bu 1817’de Ana Çizgilerde Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin (Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften im Grundrisse) yayımlanması ile pekişti. Bu çalışmasında Hegel sisteminin Mantık [Bilimi], Doğa Felsefesi ve Ruh Felsefesi başlıklarını taşıyan üç ana bölümünün anahatlarda bir taslağını verdi. Yine belirtebiliriz ki Hegel estetik üzerine derslerini de ilkin Heidelberg’de verdi.
1818’de Hegel Berlin’den gelen yeni bir daveti kabul etti ve 14 Kasım 1831’de koleradan ölümüne kadar üniversitede felsefe kürsüsünde kaldı. Bu dönem sırasında yalnızca Berlin’in değil, tüm Almanya’nın felsefe dünyasında rakipsiz bir konuma erişti. Belli bir düzeye kadar bir tür resmi felsefeci olarak görülüyordu. Ama bir öğretmen olarak etkisi hiç kuşkusuz ne hükümet ile bağlantılarından ne de dili kullanmadaki çarpıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Bir hatip olarak Schelling’den daha gerideydi. Etkisi daha çok saf düşünceye olan açık ve tavizsiz bağlılığı ve bunun yanı sıra geniş bir bilgi alanını diyalektiğinin genişlik ve derinliği içerisine almadaki göz alıcı yeteneğinden kaynaklanıyordu. Ve öğrencileri hiç kuşkusuz onun eğitimi altında insanın tarihini, politik yaşamını ve ruhi başarılarını da kapsamak üzere olgusallığın iç doğasının ve sürecinin bilinçleri önüne serilmekte olduğunu duyumsuyorlardı.
Berlin’de felsefe kürsüsündeki görevi süresince Hegel’in yayımladığı çalışmalar nispeten azaldı. Hukuk Felsefesinin Ana çizgileri (Grundlinien der Philosophie des Rechts) 1821’de çıktı ve Ansiklopedi’nin yeni düzenlemeleri 1827 ve 1830’da yayımlandı. Ölümüne doğru Hegel, Ruhun Fenomenolojisi’ni yeniden gözden geçiriyordu. Ama hiç kuşkusuz bütün bu dönem boyunca dersler vermekteydi. Ve derslerinin metinleri, belli bir ölçüde öğrencilerinin karşılaştırmalı notları üzerine dayalı olarak, ölümünden sonra yayımlanacaktı. Bunların İngilizce çevirilerinde sanat felsefesi üzerine dersler dört cilt, din felsefesi ve felsefe tarihi üzerine olanlar üçer ve tarih felsefesi üzerine olanlar bir cilt oluşturur.
Hölderlin’in görüşüne göre, Hegel anlama yetisi dingin ve prosaik olan biriydi. En azından gündelik yaşamında hiçbir zaman taşkın bir deha izlenimini vermiyordu. Özenli, yöntemli, vicdanlı, ve sosyal karakteri ile, bir açıdan en çok onurlu bir burjuva üniversite profesörü, iyi bir devlet memurunun değerli oğluydu. Aynı zamanda evren ve insan tarihinin hareket ve göze çarpıcılığına yönelik derin bir sezgiden esinleniyordu ve hayatını bu tarihin anlatımına adadı. Bu, Hegel’in kişiliğinde sezgici ya da hayalci olarak nitelendirilebilecek bir boyutun bulunduğu anlamına gelmiyor. Gizemli sezgilere ve duygulara başvurmak her ne olursa olsun felsefe söz konusu olduğunda onun için tiksinti vericiydi. Biçim ve içeriğin birliğine sarsılmaz bir inancı vardı. İçeriğin, gerçekliğin felsefe için ancak sistematik kavramsal biçimi içinde var olduğuna inanıyordu. Olgusal olan akla uygundır ve akla uyan olgusal; ve olgusallık ancak akli yeniden-kuruluşlarında anlaşılabilir. Ama Hegel’in gizemli içgörülere başvurarak bir bakıma kestirmeden gitmiş olan felsefeler için ya da, onun görüşünde, sistematik bir kavrayıştan çok ruhsal yüceltmeyi amaçlayan felsefeler için küçümseyici bir hoşnutsuzluk göstermiş olmasına karşın, insanlığa felsefe tarihinde karşılaşılacak en görkemli ve etkileyici Evren tablolarından birini sunmuş olduğu olgusu ortadadır. Ve bu anlamda büyük bir sezgici idi."

Daha anlaşılır di mi?
Öz Türkçecilik adına zaten anlaşılması zor metinleri iyice anlaşılmaz hale getirmenin ne anlamı var?

5 yorum:

  1. Çıldırmış pek tabii. Bu bir ekol bu arada, sadece aziz yardımlı da değil, birçok psikoloji,felsefe v.b. kitabında,farmakolojiye,psikiyatri akademik metinlerine,tezlere,makalelere,olgu sunumlarına bulaşmış. Cumhuriyet yıkıldı bunlar hala aynı ekolü sürdürüyorlar.

    YanıtlaSil
  2. Almanlar latinceye korusalardı alman dili gelişmezdi.baştan acı veriyor tabbii.

    YanıtlaSil
  3. Konuyu basit anlatmanın kelimelerden ziyade üslup ve anlatım kabiliyetiyle ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Burada öz türkçe olduğu için size yabancı kelimeler yerine ne yazarsanız yazın okuyucu anakri anlar. Yazarın buradaki amacı Türkçeyi zenginleştirmektir. Çok taktir ediyorum. Point of Sale baş harflerini almış POS cihazı yapmış malesef biz de. Saygılar.

    YanıtlaSil
  4. komiksiniz, kafasız seni.

    YanıtlaSil