İttihad-ı İslam
Önsöz
İran’ın kansız bir şekilde
bölünmesi, Fas’ın ve Fas’ta halifelik ilan eden İdrisiler hanedanının Fransız
egemenliğine girmesi, İtalyanların Trablusgarp’ı istila etmesi, Osmanlıların
Balkan devletleri tarafından Avrupa’dan çıkarılması ve bütün büyük devletlerin
resmi olarak müttefiklere yardım etmesi, İngiltere ile Rusya’nın anlaşması, Fransa’nın
bu iki devletle iyi geçinmesi, Pan-Germenizm ile Pan-Slavizmin bugün yarın bir
çatışmaya girmeleri ihtimali, İngiltere’nin varlığını sürdürmek için Almanya
aleyhine geçmeye hazırlanması, Uzakdoğu’nın uyanışı ve özellikle Çin
Cumhuriyeti’nin ilanı, gayet önemli dönüm noktalarıdır. Bu olaylar, bir dönemin
kapandığını gösteriyor. Böyle önemli olayların meydana gelmesi, gelecekte
dikkat çekici pek çok değişimin gerçekleşeceğine, dünya haritasının biraz daha
değişeceğine işarettir. Bu siyasi dönüşümlere paralel olarak fikir ve
teorilerin, hatta duyguların da değişimi, daha doğrusu evrimi, asla
dikkatlerden kaçmayacak önemli meselelerdir.
Şunu demek istiyoruz ki, henüz
başında olduğumuz yirminci yüzyılın ortası, hiçbir şekilde geçtiğimiz çağ ile
benzerlik göstermeyecek kadar değişim gösterecektir. Şimdiye kadar
halledilmeyen veya edilemeyen meseleler bir şekilde çözüme ulaşacak, eski
statükonun yerine yenisi tesis edilecektir.
Bütün dünya savaşa hazırlanıyor.
Bütün dünya savaştan çekiniyor. Başka devletlerin boyunduruğu altında yaşayan
milletler, bir uyanış yaşıyor ve haklarını geri almak için mücadele ediyor.
Artık, emperyalizmin mahiyeti değişiyor. Bu şaşkınlık ve karmaşa içerisinde
bazı milletler yaşlanıyor: Fransızlar ve İngilizler gibi. Bazı milletler
yeniden doğuyor: Japonlar gibi. Bazı milletlerin yeniden doğmasından
korkuluyor: Müslümanlar ve Habeşliler gibi. Eski zamanların siyasi motivasyon
kaynakları yerini yenilerine bırakıyor: bugün dünyaya, milli ve iktisadi güdüler
hükmetmektedir.
Batı Doğu’yu baskı altında
tutuyor. Bunun doğal sonucu olarak olaylar tersine dönüyor, bundan Asya’nın
belki en esaslı dönüşüm ve devrimleri baş gösterecektir. Zaten fizikteki basınç
kanunları da bunu ispatlar.
Doğu nedir? Batı nedir? Bu iki
dünya arasındaki siyasi, milli, ırki, ahlaki, ruhi, duygusal uyuşmazlıklar
nelerdir? Uyuşmak mümkün müdür, değil midir? İslamiyet, içinde bulunduğumuz
çağda nasıl tarif edilebilir; İslam’ın geçmişi ile ilgisi ne ölçüdedir; böylece
şu anın gelecekte ne gibi bir rolü olabilir? Müslümanlar kimlerdir? Nasıl bir
kuvvet teşkil ediyorlar? Sosyal olarak bir niceliğe sahip midirler? İnsanlığın
altıda birini oluşturan ve geriledikleri açıkça görünen Müslümanlar, önce
esaretten kurtulup sonra medeni dünyadaki görevlerini yerine getirmek için ne
gibi bir gayret göstermeliler?
Bu meseleler, genellikle ne
Doğu’da ne Batı’da yeterince araştırılmamıştır. Her ne kadar Avrupa’da birçok
eli kalem tutan insan İslam birliğini mevzubahis etmişlerse de, bu önemli konu,
yukarda bahsettiğimiz şekilde geneli itibariyle çalışılamamıştır. Şurasını da
söyleyelim ki, Pan-İslamizm Batı’da henüz bir mücadele konusu halinde
bulunduğundan, milli ve siyasi ihtiraslardan kurtulmuş düşünürler, bundan
bilimsel soğukkanlılıkla bahsetmeye başlamamışlardır. Doğu’ya gelince, biz
meseleleri henüz Avrupa usul ve kurallarıyla araştırmaya alışmadığımızdan,
maalesef bu konudaki fikri gayretlerimiz meyve vermemiştir.
İşte tarihin geçmekte olduğu bu aşamada,
biz bu fevkalade önemli ve yararlı
meseleyi gücümüz yettiğince açacak ve açıklayacağız. İşin önemi, muhtemel
hatalarımızın affına vesile olacaktır düşüncesindeyiz.
İslam birliği üzerine çalışırken,
mümkün olduğu kadar çeşitli ihtiraslardan, hatta zaman ve zeminin mecburiyetlerinden
sıyrılmak gerekir. Bugünün ihtirasları ya da güncel hissiyatların etkisinde
kalarak tarih yazmak, eski olayları muhakeme etmek ne kadar güç ise, bazı
güncel fikir ve ihtiraslara kapılarak İslam meselesini çalışmaya koyulmak da o
kadar zordur. Hatta İslam birliği hususu gelecekle de ilgili olduğundan,
çalışılması ondan daha zordur.
Hayatın akışı, çok defa hisleri
yok ediyor. Adeta hadiselerin içinde boğulup kaldığımızdan, geçirmekte
olduğumuz zamanı tam bir tarafsızlıkla muhakeme edemiyoruz ve meşhur mısrada
denildiği gibi, deniz içinde bulunan balıklar nasıl denizi bilmezlerse,
birçoklarımız da, türlü sebeplerden dolayı, bugünkü durumu bilmememiz
mümkündür. Geçmiş olaylar bizden uzaklaşıp, hatta bugünle bağı kopup tarihi ve
kesin bir hal almadıkça, alışılmadık tabiriyle “tebellür” etmedikçe
anlaşılmayabilir. Hakikat zannedilen şeylerin üstünde hakikatler vardır; matematiğin bile ötesinde başka bir üslupta,
büsbütün başka pozitif hakikatler olduğunu iddia eden bilginler yok değildir.
Bundan dolayı, bazı sözde hakikatler, bazı resmi ideolojiler birtakım ön
kabuller bizim basiretimizi bağlamasın. İnsan doğası ve gücünün yettiği
derecede hadiselerin, günlük konuların, hatta milli ve sosyal ihtirasların,
iktisadi gerekliliklerin üstüne çıkalım ve öyle bir bakışla, mevcut en önemli
meselelerle, tarihin ilgilendiği en geniş kapsamlı
sonuçlar veren hususlardan
biri olan İslam konusunu ele alalım.
Bu meselenin tarihle sıkı bir
ilişkisi olduğu, İslam’ın feyz ve yüceliğini geçmişten alması yönüyle, bugünkü
durum ile de tam bir irtibatı vardır. Emperyalizm politikası hemen hemen bir
İslam meselesi olduğu gibi, bu politika da Avrupa ve hatta bütün dünyanın
güncel siyasetinin esasıdır. Bundan dolayı, İslam birliğinin
derinleştirilmesinde mutlaka İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda, Almanya,
İtalya, Japonya, Amerika emperyalizmlerini ve bunlara bağlı olarak Avrupa
siyasetlerini iyice muhakeme etmemiz gerekir. Her şeyden önce, İslamın geçmişle
ilgisi ve İslam’ın mazi aleminde bulunan kökü anlaşıldıktan sonra bugünkü meseleler
iyice araştırılırsa, o zaman gelecek hakkında biraz kehanette bulunmaya hakkımız
olur.
Eserimizi biraz büyükçe tutmak,
halihazırdaki Müslümanların hayat tarzlarını ayrıntılı bir şekilde anlatmak
niyetindeydik. Müslümanların birbirini tanıması için bu gibi bilgilerin
yayınlanmasına ise çok ihtiyaç vardır. Bu gibi araştırmaları özellikle yaptıysak
da, kitabımızda bu konuda fazla bilgi veremeyeceğiz. Sebebini söyleyelim: Böyle
bilgilerin okuyucuya sunulması için bazı noktaların kesin olarak bilinmesi
gerekir. Müslümanlar pek dağınık bir şekilde, çeşitli coğrafyalarda, muhtelif devletlerin
egemenliği altında yaşadıklarından, onlarla ilgili meseleler de orantılı olarak
çoktur. Her ne kadar Mısır, Tunus, Cezayir, Hint, Malezya, Rusya vs. Müslümanlarıyla
daimi bir ilişkimiz olsa da, kendilerinden talep edilen kesin bilgileri almak güç
oluyor. Doğu; Avrupa gibi düzene, düzenli bir şekilde düşünmeye, çalışmaya, araştırmaya, incelemeye
alışmadığından, isteneni Avrupai bir kesinlikle veremiyor. İşte Doğu’nun bu perişan
hali, anarşisi bu eserimizin bazı pratik bilgiler için bir başvuru kaynağı olmasına
engeldir. Bundan dolayı, İslam’a dair birçok bilgi vermekle birlikte, bu kitabımız
asıl olarak İslam’a dair fikirler, görüşler, teoriler, hissiyatlar ve Avrupa’nın
politikasından, emperyalizmden, Doğu meselelerinden bahsedecektir. Diğer kısım
bilgileri toplamak mümkün olursa ayrıca bir cilt olarak yayınlamakta tereddüt
etmeyeceğiz.
Hangi sıfat ve yetkiyle bu kitabı
kaleme alıyoruz?
Sanırım, okuyucuların birçoğunun aklına
gelecek olan bu soruya hemen burada vermek gerekiyor.
Özel olarak, fiilen beş yıldır
İslam birliği ile ilgileniyoruz. Mısırlı, Tunuslu, Cezayirli, Faslı, Osmanlı, Hintli,
Rusyalı, Çinli İslam birliği taraftarlarıyla ilişkiler içinde bulunduk,
kendileriyle görüştük, haberleştik. Yazılı ve siyasi tartışmalara girdik. Çeşitli
ülkelerde açılan siyasi tartışmalara dahil olduk. Bununla beraber Avrupa’nın İslam
siyasetini uzun zamandan beri sürekli olarak takip ettiğimiz gibi, Avrupa fikir
adamlarından bu işlere dair kalem oynatanların eserlerini okuduk, eleştirdik. İşte
bütün bu çalışmaların bize bir dereceye kadar verdiği yetkiyle bu kitabı yazıyoruz.
Aczmizi itiraf ediyoruz. Bize yayınlamada cesaret veren şey, bizden daha
yetenekli kalem erbabının şimdiye kadar bu vadide gayret göstermemeleridir.
Bir diğer meseleyi de göz önüne
getirelim:
Memleketimizde, halktan ve ileri
gelenlerden birçok insana, İslam birliği denir denmez bir titreme geliyor. Ürküyorlar. “Kendisi yardıma muhtaç
bir dede, başkasına nasıl yardım etsin?” nakaratını tekrar ederek, bu
politikanın bizim başımıza birçok felaket getirebileceğinden, devletimiz
hakkında genel bir öfkeye sebebiyet verebileceğinden korkuyorlar. “Önce kendi
işimize bakalım, sonra Cava’daki Müslümanların halini düşünürüz”, “Hindistan’ı fethedelim
derken Rumeli’yi kaybediyoruz” veya “Bu hayaller ile İtalya’yı aleyhimizde bulunmaya
teşvik ettik” gibi sözleri çok duyuyoruz. Bütün bu itirazlara teessüf ederiz.
Bu gibi eleştirileri dile getirenlerin, İslam birliğinin -yüzeysel olarak bile-
bir tarifini bilmediklerini sanıyoruz. Avrupalılar Ay üzerindeki dağ ve tepelere
varıncaya kadar ölçüm yapıyorken bizim içinde bulunduğumuz İslam alemini bilmememiz,
nasıl bir dini, sosyal, siyasi ve ahlaki çevrede yaşadığımızı idrak etmememiz,
doğrusu, affedilmez bir tembelliktir. İslam birliği, aşağıda birbirini takip
edecek fasıllardan anlaşılacağı üzere, büyük bir zarara davetiye çıkarabileceği
gibi, büyük bir fayda da sağlayabilir. Herhalde İslam alemini ve doğal olarak
onu işgal eden tüm Avrupa’yı ve hatta tüm dünyayı uğraştıran meseleleri bilmemek,
bilmek istememek, tabirimi mazur görün, bir cinayettir. Hilafet merkezinin
göbeğinde Müslümanların haline bu derece kayıtsız kalmanın Avrupalıların sahip
olduğu araştırmacı ruha da uyduğunu sanmıyorum. Önce İslam alemini ve onunla
alakalı olan işleri bilelim, sonra eylem planımızı yaparız.
Bu gibi yayınları Avrupa’yı kızdırırmış.
Demek oluyor ki, Avrupa bu kadar kolay öfkeleniyor. Öyleyse o öfkeli kaplan
bundan başka şeylere de köpürür. Bundan dolayı bu kitabın ya da benzerlerinin
ne önemi olabilir?
Önsözümüzün sonunda şu noktayı da
açmamız gerekiyor: Fikir özgürlüğünü savunanların bazıları – ki biz de kadimden
beri fikir özgürlüğünün taraftarı olmaktan kıvanç duyuyoruz – İslam birliğini dini
bir mesele olarak algılıyor ve bu yoldaki yayınlar ve emekleri, gericiliğin
darbeleri olarak görüyorlar. Önünde ve sonunda hep, İslamiyet’in iki yönü
olduğunu söyledik: dini ve siyasi. Biz, burada dini yönü bahis mevzuu etmiyoruz.
Din, vicdan ile ilgilidir. Bizim asıl ilgilendiğimiz kısım İslam’ın siyasi ve
sosyal yönüdür. Müslümanlar tek bir millettir. Defalarca söylediğimiz gibi, İslamiyet
çeşitli milletleri birleştiren kimyasal bir iksirdir. Bundan dolayı, yaklaşık olarak
üç yüz milyon Muhammedî, bugün tek bir millet ve birleşik bir kitle teşkil
etmektedir. Onların gelişimini kolaylaştırmak, ilerlemelerini teşvik,
yükselmelerinin yollarını bulmak, sanırım, Avrupa emperyalizminin yaklaşamayacağı
kadar medeni, insani bir amaçtır. Bu itibarla, İslam birliği taraftarlarını
gericilikle, fikir özgürlüğüne darbe indirmekle suçlayan saf insanları, en gür
sesimizle protesto ediyoruz. İnsanlığın altıda birinin kurtuluşunu ve
yükselişini istemek ve bununla yetinmeyip başkalarının hukukuna, özgürlüğüne
zarar verilmemesi prensibine uyarak bütün insanların rahat yaşaması fikrin
teşvik etmenin; birtakım kolonilerde insanları bir mal gibi gören kapitalizm düşüncesinin
ilerlemesi için gayret eden Avrupalıların idealinden her yönden daha yüce bir
gaye olduğundan hiç şüphe olmasın.
İşte özellikle İslam’ın tarihteki,
günümüzdeki ve gelecekteki yerini göstermeye ve İslam birliğini bir düstur ile
ifade etmeye gayret ve bununla beraber zamanımızda ve ülkemizde beğeni toplayan
bazı zararlı ve bozuk fikirlere karşı mücadele ilan etmek amacıyla, her türlü
etkiden uzak olarak, bu cildi okuyucularımızın muhakemesine sunuyoruz.
Celal Nuri,
Yeniköy, 12 Şubat 1913